20 Ekim 2006

"zamanımızın gerçek bireyleri kitle kültürünün yarattığı kof, şişkin kişilikler değil, ele geçmemek ve ezilmemek için direnirken, acının ve alçalışın cehenneminden geçmiş fedailerdir. bu şarkısı söylenmemiş kahramanlar, başkalarının toplumsal süreç içinde bilinçsiz olarak hedef oldukları terörist imhaya bilinçli olarak hedef kılmışlardır kendi varlıklarını. toplama kamplarının bu adsız kurbanları, doğmaya çabalayan insanlığın simgeleridir." Horkheimer

Lütfi gideli tam 10 yıl oluyor bugün. Aslında ölüm günü 17 Ekim ama ben hem gömüldüğü gün olan, hem de evlenme yıldönümümüz olan 19 Ekim'de hatırlıyorum hep (işin garibi evliyken ikimiz de unuturduk evlilik yıldönümlerini). Bugün düşündüm de eğer yaşasaydı, tam 22 yıllık evli olacaktık. Ne de olsa bir ayrılık yaşamıştık, ne de olsa bana "Gel barışalım, aradım taradım senin gibisini bulamadım" demişti, ne de olsa ben ona "Dünyada üç milyar kadar kadın var, biraz daha ara belki bulursun" demiş olmama rağmen, naz yaptığımı, eninde sonunda barışacağımı bilirken... Onbeş gün sonra "Bu beni aramadı, dur ben arayayım bari" diye düşünürken, çekti gitti işte ve şu yaşadığım on sene bana şunu söyledi ki, hatalarının bedelini en ağır ödeyen de o oldu bütün tanıdığım ve ortak tanıdığımız insanlar arasında. Bu sabah buraya koymak için fotoğrafını taratacaktım sözde, kapıdan çıkarken unuttum. Sonra unuttuğum için utandım, sonra İrfan'ı ve Hüseyin'i aradım, onlarda da yokmuş. İrfan bana "Onunla sohbet eder gibi söylersin, işte unuttum anasını satayım" dersin dedi, zaten böyle yıldönümlerini filan da pek dert etmezdi. Ben de fotoğraf yerine, onun çok sevdiği bu alıntıyı koydum. Son zamanlarda (aslında başından beri galiba) onu götürüp köye gömdükleri için de kızıyorum. Köyde mezarına bir giden olmuyordur, yalnız kaldı diye sinir yapıyorum biraz. Hani insan arada bir gitmek istiyor, bir çiçek götürmek, bir tas su dökmek istiyor...
Onu sevmekten ve özlemekten hiç vazgeçmedim ve ölene kadar da vazgeçmeyeceğim muhtemelen.
Bu arada şunu öğrendim ki, kadınlar ölüp de cennete gittiklerinde ilk kocalarına (yani işin özü bekaretlerini verdikleri insan oluyor) huri oluyorlarmış. Hani Türk filmlerinde söylerler ya "Ölünce kavuşacağız" diye, meğer altında yatan buymuş. Tabii ben müthiş din bilgimle bunlardan bihaber yaşıyordum. Öldüğüm zaman Lütfi'ye huri olacakmışım meğer. Eh! bu da bir şeydir bir yerde...

Bugün takı kursuna başladım ve bir kolye yaptım, pek bir şeye benzemedi ama başlangıç için fena değil. Bir sürü boncuk aldım ama boncuk satan adamın çenesi acayip düşük, çok sıkıldım kendisinden, eğer başka bir boncukçu varsa ona gideceğim, böyle çenesi düşük adamları hiç sevmem çünkü. Vır vır vır bir sürü laf ediyor ve insanı oraya geldiğine geleceğine pişman ediyor valla. Bir sürü kadın var kursa gelen, oturup dedikodu ediyoruz, vakit geçiyor işte. Ben kendim gayet toplumcu bir insan olduğum için entel dantel kurslara rağbet etmeyip, Halk Eğitim'in kursuna yazıldım. Bir de kültür merkezinde piyano dersleri vermeye başlamışlar, hep piyano çalmak istemişimdir hayatta ama kimbilir kaç paradır, yarın bir soracağım bakalım. Bir de piyano derslerine gidersem artık tam olacak yani. Abim de seramik yapmam için çamur ve alet edevat yollayacak, böylece kompile bir sanatçı olma yolunda hızla ilerleyeceğim bir yerde.
Deniz bugün kadir gecesi diye oruç tutmuş. Akşam ona iftar sofrası kurduk, gayet iradeli bir şekilde bozmamış da orucunu, son dakikalarda bayağı zorlandı ama becerdi valla. Artık pek bir adam gibi orucunu açtı, biraz su içti, bir zeytin yedi, çorba içti, yemek yedikten sonra da üzerine bir ağırlık çöktü! Onun bu gibi itikatlarına ve inançlarına hiç karışmıyorum, kendi bildiği ve istediği gibi yaşasın bu konuda. Ben de onun yaşlarındayken hep oruç tutmak isterdim ama hiç beceremezdim. Oruç olduğumu unutur su içerdim, sonra da "Allahım noolur günah yazma" diye bir sürü dua ederdim.
Bayram da geliyor ama, bayram gelmiş neyime!

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


View My Stats