09 Nisan 2007


Efendim, herkese selamlar, saygılar, sevgiler. Gördüğünüz üzre, yıkılmadım ayaktayım. Üçüncü kemoterapiyi de başarıyla eda edip, Fethiye’ye evime dönmüş bulunuyorum. Bakalım 10 gün kadar sonra ara bir kontrol için tomografi var, yine takke düşecek, kel görünecek haliyle. Doktorlarım klinik olarak iyi olduğumu söylüyorlar ki ben de kendimi iyi hissediyorum ama belli olmaz tabii. Doktorum civanım Ömerim, tümörler gerilemiş olsalar bile ve hatta izleri bile kalmamış olsa bile kalan üç kemoterapiyi yapacağını, çünkü kemoterapiye dayanabildiğimi söyledi. Başka bir doktor eğer bir gerileme varsa keseriz ilaçları demişti ama ben zaten ona inanmamıştım ve de ablama “Bak görürsün, bu Ömer nasılsa dayanıyorsun diye dayar bana daha üç tane kemoyu” demiştim. Eh, doktorumu tanıyorum biraz biraz artık. Neyse yapsınlar yapsınlar, ben alıştım artık kemoterapiye, onsuz yaşayamıyorum.
Yarın yine bir kan tahlili var, kanım iyi çıkarsa bugüne kadar alamadığım şu mahut ara ilacı da alabileceğim. Sabahtan hastane yollarına döküleceğiz işte. Yalnız bu ara kan iğnesi olduğum için iyi çıkma ihtimali de oldukça yüksek haliyle, görünen o ki, yarın yine yiyeceğim Gemsar’ı. Neyse, Allah ilaçlarıma zeval vermesin efendim.
Bugün yine sürüntü sürüntü gezdik, Köyceğiz’e kadar gidip, çiçek almak bize mahsus bir durum herhalde. Fotoğraf makinemin kablosunu sonunda bulabildiğim için fotoğraf da çektim. Çok güzel bir at çiftliğine gittik. Oralardan geçerken hep görür merak ederdim orasını. Meğerse yarış atları yetiştirilen bir haraymış. Biz böyle bir tesis, lokanta filan zannederken ev çıktı, ailece toplanmış mangal yapıyorlardı, biz de öyle “Ehm, biz atları pek severiz, merak da ettik, burası nasıl bir yerdir acaba?” filan diye içeri girdik, adam bize “Burası benim evim” demez mi. Neyse ki, çiftlik sahibi olan Remo Bey, bize acayip yakın ve iyi davrandı, ayran ikram etti, yemek yiyelim diye ısrar etti, ama biz nazik insanlar olduğumuz için, gayetlene aç olmamıza rağmen “Yok, yok biz şimdi yedik de geldik” dedik haliyle. Eh biraz acayip olurdu, ailenin arasına oturup et yemek. Ama çok hoşuma gitti, çok güzel bir yer. Hele bir tay vardı ki bayıldım, hayvanın bir gözü yeşil, bir gözü siyahtı, böyle atlara “Kanatlı At” derlermiş ve yarışlarda kimse geçemezmiş bunları, son derece nadir bulunan acayip değerli hayvanlarmış bunlar, ama çok güzel bir şeydi. Nazar değmesin diye fotoğrafını çekmedim. Başka bir tayın fotoğraflarını çektim. Yine gideceğim inşallah. Hakikaten de çok güzel ve insana huzur veren bir yer. Oradan dönüşte de Çalış'ta "Deniz Kapısı" diye bir lokantaya gidip yemek yedik. Ben henüz doğru dürüst yemek yiyemiyorum ama bir iki lokma yedim işte bir şeyler.
Gezmenin dışında bir şey yaptığım yok. Evde oturup televizyon seyredip nakış işliyorum her zamanki gibi. Aklımdan bin türlü entelektüel faaliyet geçiyor, hani oturayım bir roman yazayım, iki resim yapayım, ne bileyim sanatsal faaliyetlerde bulunayım diye ama, pek üşeniyorum her zamanki gibi. Aman oturup dinleniyorum ki ömrü hayatımda ilk defa elime böyle sorumsuz, sorunsuz ve de hiçbir şey düşünmeden yaşayabileceğim günler geçti, tadını çıkarıyorum. Oğlum dışında kimseyle de uğraşmıyorum valla billa. O da büyüdü şu son bir sene içinde, derslerini bitirdikten sonra odasından çıkmıyor ki, haklı çocuk, ben de çıkmazdım odamdan onun yaşlarındayken. Ne yapacak üç tane kadının arasında oturup. Bugün bizimle gezmeye bile gelmedi, evde kalmayı tercih etti. Yine hak verdim kendisine. Ben de evdekiler gitseler de yalnız kalsam birazcık diye gözlerinin içine bakardım, çok severdim evde yalnız kalmayı.
İşte böyle sevgili günlük.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


View My Stats