27 Mayıs 2008

1 HAZİRAN’DA KADIKÖY’DE

Türkiye Barış Meclisi Barış Yolunda Yürüyor

Kürt sorununda çözümsüzlük, hepimize zarar veriyor.
Çözümsüzlükte inat ve ısrar edenler acılarımızı artırıyor,

Türkiye’nin demokratikleş mesini ve toplumun özgürleşmesini engelliyor.

Biz barış meclisi olarak çözümsüzlüğe artık yeter diyor ve Kürt sorununda demokratik çözüm istiyoruz

Sen de katıl aramıza!

Bu ülkenin sessiz çoğunluğu içinde olan, barış içinde yaşamak isteyen sesi duyulmayan yüzü hatırlanmayan insanlar!

Erkeğin bir adım gerisinde durması istenen kadınlar!

Yani türbanlı olduğu için üniversiteye giremeyenler!

Yani emekli maaşına ancak ölürken layık görülen emekçiler!

Yani doğru söyledikleri ve haksızlıklara karşı çıktıkları için yargılanan aydınlar!

Yani ırkı, dini, mezhebi, cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılığa uğrayanlar!

HEPİMİZ 1 HAZİRAN’DA KADIKÖY’DE OLALIM!

BİZİM DE SÖZÜMÜZ VAR!

BİZ ÖLÜM DEĞİL ÇÖZÜM İSTİYORUZ!

SAVAŞ DEĞİL BARIŞ İSTİYORUZ!

SENDE KATIL ARAMIZA!

1 Haziran 2008 Pazar Günü

Toplanma Yeri:
Tepe Natulius,
Saat:11.00

Miting:
Kadıköy İskele Meydanı
Saat: 12.00

21 Mayıs 2008

DEMOKRASİ İÇİN
AYDINLAR BİRLİĞİ BİLDİRGESİ

"Annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı."
Nâzım Hikmet


Egemen sınıflar yararına politika yapanlar, çözümsüzlükleri, değişik görünümlere sokarak çözümmüş gibi sunmaktadır. Türkiye’nin can yakıcı temel sorunları işte bu aldatmaca sarmalında büyümektedir.

Aydınların, sadece tedirgin edici, küçültücü gelişmelere karşı durabilmek için değil, ülkemizde ve dünyadaki özlemlerine erişmenin yollarını, yöntemlerini yaratabilmek için de açık bir diyalog ortamına, geniş bir örgütlenmeye gereksinimi vardır.
Bugün farklı kültürlerden, köklerden gelen aydınların, bilim insanlarının oluşturacağı böyle bir birlik, aynı zamanda ABD, AB ve diğer emperyalist odakların vahşetine ve her türden sömürüsüne karşı, başta Ortadoğu olmak üzere, sömürülen ve özgürlük mücadelesi veren tüm ülkelerin halklarıyla ve aydınlarıyla dayanışmayı da amaçlamalıdır.

Yekinip kalkmanın zamanıdır…
Çünkü gereksiz bölünmelere, yapay karşıtlıklara, mutsuzluk ve karamsarlık yaratmayı amaçlayan pek çok saldırganlığa karşın, işçi ve emekçi hareketinin canını dişine takarak haklarını korumak için, güçlerini birleştirip ilerlemeye çalıştığı bir dönemden geçiyoruz.

Zamanıdır başkaldırmanın, ışık olmanın…
Çünkü özelleştirmelere, işsizliğe, mezarda emekliliği de içeren sosyal sigorta yasasına, kanlı çatışma ortamına karşı kitlesel eylemler yapılıyor; işçiler, yoksul köylüler, emekçiler ve gençlik 2008’i ülkenin baharına dönüştürmeye çabalıyor.

Zamanıdır…
Ülkesinde, coğrafyasında “güçsüz”, “zavallı” sayılanlar, bunun kader olmadığını ayrımsadığında, yenilenir umudumuz, büyür gücümüz ve ufkumuz…
Böyle bir zamanda kimse yansız, tavırsız kalamaz.
Ne demişti Ahmed Arif:


“Asıl iş anlamak durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı”


Zamanıdır…
Başlanmış, yararı kanıtlanmış etkinliklerimiz, daha insanca bir gelecek için yenilenmeli, büyütülmeli ve yeni etkinliklere dönüştürülmeli.

Emek, barış ve demokrasi güçlerinin bir parçası olan aydınlar, bugüne dek pek çok kampanya ve eylem örgütlemiştir:
Emperyalist kültüre karşı etkinlikler; demokratik Türkiye hedefine ulaşmak için düzenlenen konferanslar; anadilde eğitim hakkına ilişkin çalışmalar; barışın savunulması ve NATO karşıtı eylemler; o ölümcül 301. maddeye karşı verilen savaşım; işgale, emperyalist hunharlığa karşı düzenlenen gösteriler…

Birliği büyütmenin zamanıdır…
Geçmiş eylemlerimizin ele aldığı ya da işaret ettiği sorunlar çözülmemiş olarak orta yerde durmaktadır. Ve bekleyemeyiz ki bizden başkası gelip çözsün!..

Zamanıdır…

Bütünlüklü bir eylem planı yapmalı, emek ve özgürlük savaşımını ilerletecek açık bir yol haritası saptamalıyız.
Yoksa devasa sorunlara anlık, parçalı ve geçici tavırlarla karşı çıkmanın, her gelişme karşısında etkisi gittikçe zayıflayan bildiriler yazmanın ötesine geçmek olanaklı görünmüyor.
Tarihten gelen pek çok sorun, günümüz sıkıntılarıyla birleşerek ağırlaşmakta ve yaşamımızı bir karabasana çevirmektedir.
Hükümet edenler emperyalist odaklara ve ülke içindeki gerici cephenin desteğine dayanmaktadır. Parlamentoda “muhalefet olduğunu” söyleyen düzen partileriyse 12 Eylül hukukuna sarılmış, şoven bir şehit severlikle mevcut baskı sistemine sığınmış durumdadır…
Oysa her iki taraf da aynı emperyalistçe düzenin değişik renge boyanmış görünümleridir. Emperyalizm ve kapitalizm karşıtı açıdan bakılınca görünen budur…

Neoliberal ekonomi, kangrenleşmeye itilmek istenen Kürt sorunu ve “laiklik” tartışmaları, bir yandan geleceğimizi belirsizleştirirken, öte yandan halk muhalefeti üzerinde bölücü etkiler yaratmaktadır.
Basın ve yayıncılık alanındaki tekelleşme haber alma hakkını gasp etmektedir. Banka ve öteki tekellerin sanat alanını dizginsizce kâr nesnesine dönüştüren tutumları ve “inceltilmiş” baskılar yazını ve sanatı piyasa koşulları altında güdükleştirmektedir.
Kısacası, temel sorunlarımız büyüyerek toplumu korkunç bir batağın dibine çekmektedir.

Zamanıdır…
Emek ve barış muhalefetinin birleşik, eşzamanlı bir kalkışma başlatması, sorunların temelden çözümünde başarılı olabilmesi için, bize düşen her zamankinden çok çalışmak, etki gücü yüksek araçlar, yöntemler geliştirmektir.

Biz aydınlar cesaretle düşünerek, açık konuşmalıyız:

Kâğıt üzerinde ne yazılmış olursa olsun…
Ülkemiz “demokrasiyle yönetilen bir devlet” değildir;
“Türkiye Cumhuriyeti bağımsız” değildir;
“Türkiye laik bir sosyal devlet” değildir.

Olmazsa olmazlarımız var:
Türkiye demokratikleşmelidir…
Bu ancak, “gerçek” demokrasi isteyenlerin, 12 Eylül faşist Anayasasını kaldırmak; parasız eğitim, parasız sağlık öncelikli olmak üzere, halkın geleceğini gözeten bir Anayasa’ya erişmek için birleşmesiyle olanaklıdır.
Demokratikleşme, işçi sınıfının budanan hakları yeniden kazanılır, emek yeni özgürlükler yaratmak için iş ve örgütlenme özgürlüğüne erişirse gerçekleşir…
Kürt sorununda inkârdan ve şiddetten vazgeçilmesi dayatılırsa; on binlerce insanın ölümüne, maddi ve manevi yıkımlara, artan düşmanlıklara yol açan yaklaşımın, yerini çözüme bırakması sağlandıkça demokratik bir toplum için adım atılmış olur…

“…
Kalkmanın zamanıdır.
Sırtı yerdeyken yürüyemez hiç kimse.
Ve bekleme ki biri gelip kaldıracak seni.
Zamanıdır.”

Yannis Ritsos

Ülke, dünyanın bütün ülkeleriyle evrensel ölçekte eşit, adil ilişkiler kuracak düzeye gelmeli… Budur bağımsız olmanın ana ölçüsü.

Bağımsızlık, her alandaki emperyalist saldırganlığa, savaştan başka amacı olmayan üslere, devletler üstü tekellerin yağmasına karşı iktidar ufku olan bir muhalefet olursa elde edilir…

Bilimsel laikliğin geliştiği örnek bir toplum olmalıyız…

Herhangi bir inanç grubunun, inançsızları ve diğer inanç gruplarını baskı altına almasına fırsat tanınmamalıdır. Devletin din karşısındaki işlevlerinin başında bu gelmelidir.
Düşünce özgürlüğünün, aynı zamanda inanç özgürlüğü olduğunu kabul ettirdikçe varabiliriz bu noktaya.

Özgür bir dünya için özgür bir ülke yaratmalıyız…
“Yanındaki tutsaksa sen özgür olamazsın…” Bu düşünüyle her ulustan insanın, emekçilerin kendi dili ve kültürüyle ayrımsızca eşit, adil, özenli bir ortamda yaşaması için verilen savaşımı yükseltmeliyiz.
Kadınlar başta olmak üzere, toplumun kimi kesimlerine uygulanan çifte sömürüyü, her türden ayrımcılığı, baskı politikalarını ortadan kaldırmayı etkin bir biçimde savunabilirsek erişiriz özgürlüğe…

Ülkemizin doğası acımasızca kirletilip yok edilmekte, tarihi yağmalanmakta, “Kentsel Dönüşüm” adı altında kentlerimizdeki farklı kültürler silinmektedir.
Kentlerimiz, değeri sadece paranın gücüyle ölçülen “markalara” dönüştürülmektedir...
Doğayı, çevreyi, tarihsel mirası korunmayı ve demokratik kentleşmeyi ülkenin “olmazsa olmazları” arasına sokmalıyız.
İşte bütün bu ana konular başta olmak üzere, yaşamın her alanında süren özgürlük savaşımına daha etkin katılmak için toplanmalıyız.
BİRLİĞİMİZLE sanat, bilim ve politika arasındaki yapay kopuşlara karşı sorumluluk bilincini yenilemeli ve yükseltmeliyiz.

Zamanıdır…

ÇAĞRICILAR
Adnan Özyalçıner-Yazar
Ahmet Say-Yazar
Arif Nacaroğlu-Prof. Dr. Gaziantep Üniversitesi
Ata Soyer-Yar.Doç.Dr. Halk Sağlığı Uzmanı
Aydın Çubukçu-Yazar
Bülent Habora-Yazar
Cavit Nacitarhan-Yayıncı
Cem Somel-Prof. Dr. ODTÜ
Cem Terzi-Prof. Dr. Dokuz Eylül Üniversitesi
Cengiz Bektaş-Mimar, Şair
Gülsüm Cengiz-Şair
Güngör Gençay-Şair
İbrahim Çiftçioğlu-Ressam
Metin Boran-Tiyatro Yönetmeni
Murat Arslan-Prof. Dr. İst. Veteriner Hekimleri Odası Başk.
Mustafa Köz-Şair (TYS)
Nuray Sancar-Evrensel Kültür Dergisi
Onur Hamzaoğlu-Prof.Dr. Kocaeli Üniversitesi
Önder Çakar-Senarist
Özgür Müftüoğlu-Doç. Dr. Marmara Üniversitesi
Ragıp Zarakolu-Gazeteci
Sennur Sezer-Şair
Şebnem Korur Fincancı- Prof.Dr. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Taner Timur-Prof. Dr.
Tevfik Taş-Şair (TYS)
Tülin Tankut-Yazar
Üstün Akmen-Yazar
Yılmaz Onay-Yönetmen, Yazar
Zeki Gül-Dr. İzm. Tabip Odası Eski Başkanı

16 Mayıs 2008

Kadınlar Reklamlardaki
"Deterjan Aşkından" Bıktılar

MEDİZ'in "Cinsiyetçi Reklamlara Son" eyleminde kadınlar "Yüzey temizleyicileriyle dans eden, çarşaflarına aşık, perdelerine tutkun, çantalarında leke çıkarıcı taşıyan kadınlar görmekten bıktık" dediler.
BİA Haber Merkezi - İstanbul

Kadınların Medya İzleme Grubu (MEDİZ) "Medyada Cinsiyetçiliğe Son" kampanyası çerçevesinde İstiklal Caddesi'ndeki Reklamcılar Derneği önünde "Cinsiyetçi Reklamlara Son" eylemi düzenledi.

Kadınlar eylemde "Kızlarımıza Barbi almayacağız", "Çarşaflarımıza aşık perdelerimize tutkun değiliz", "Çantamızda leke çıkartıcı taşımıyoruz", "Reklamlarda cinsel sömürüye son", "Barbi değiliz olmayacağız", "Yaşasın kadın dayanışması" dediler. MEDİZ'in "Cinsiyetçi Reklamlara Son" dediği basın bildirisi şöyle: "Medyanın genelinde egemen olan cinsiyetçi dil, söylem ve zihniyetten artık bıktık! Reklamlardaki cinsiyetçiliğe dayanan aslında yeni bir şey de yaratmayan yaratıcılıktan da bıktık! "Yüzey temizleyicileriyle dans eden, çarşaflarına aşık, perdelerine tutkun, çantalarında leke çıkarıcı taşıyan kadınlar görmekten... "Bıktık! "Ürünlerinizi satmak için kadınların bedenlerini öne sürmekten, cinsellikle ilgili binbir türlü imadan, tabulardan beslenmekten başka bir ‘yaratıcı’ yol bulamıyor musunuz?
"Hem ev işini sadece kadınların görevi olduğunu düşünüyor hem de ev işinin tüm zahmetini, kadınların ev içindeki emeğini yok sayıyorsunuz? Ev işinin süpürgelerle dans edilerek yapılan keyifli bir iş olduğunu mu zannediyorsunuz? "Peki kadınların düşlerinin yeni perdeler, lekesiz yerlerden ibaret olduğu fikrine nasıl vardınız? "‘Kağıt bebekler’, sıfır bedenler, reklam dünyasının karton kadınlarından bıktık! Gerçek kadınlar görmek istiyoruz. "Cinsiyet ve cinselliğe dair ön-yargılar üreten, cinsiyetçi tabuları yansıtan reklamlar görmek istemiyoruz. "Bizler cinsiyet ayrımcılığı yapan ve kadınların zihinsel, bedensel bütünlüğünü ihlal eden tüm bu reklam filmlerini kınıyor ve bu ürünleri t-ü-k-e-t-m-i- y-o-r-u-z! "Reklamlardan sorumlu herkesi, Reklam Özdenetim Kurulu, Reklamcılar Derneği, Reklam Verenler Derneği ve tüm reklamcıları sorumlu davranmaya, "Tüketici derneklerini reklamlardaki cinsiyetçiliğe karşı mücadele etmeye, "Tüm kadınları, reklamlarıyla kendilerini aşağılayan ürünleri almamaya davet ediyoruz."

08 Mayıs 2008

Evin yeni sakinleri, Kuki (kedi), Katya (köpek)











02 Mayıs 2008




Hrant’ın katline göz yuman demokrasi ve emek düşmanı yasakçı
VALİ İSTİFA!

Biz aşağıda imzası olanlar,
1 Mayıs’ı, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da bütün İstanbul halkı için işkenceye dönüştüren Vali Muammer Güler’in istifa etmesini talep ediyoruz.
Hrant Dink kardeşimize düzenlenen suikastı önceden bilen İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah hakkında soruşturma açılmasına bile izin vermeyen Vali Güler, “provokasyon olacak” gerekçesiyle Taksim Meydanı’nı emekçilere kapatıyor.
“Kamu düzeni bozulacak” diye İstanbul’da adı koyulmamış sıkıyönetim ilan edip metroyu kapatıyor, vapur seferlerini iptal ediyor, okulları kapatıyor, çocuk-yaşlı, bebek-hamile demeden yüzlerce gaz bombası attırıyor. Taksim’e emekçileri sokmamak için, binlerce polisle Taksim Meydanı’nı ve oraya çıkan bütün yolları silahlı-bombalı-coplu polislerle işgal ettiriyor.
Taksim’de ısrar eden emekçiler, çatışma değil daha çok demokrasi istiyorlar.
Biliyoruz ki 12 Eylül Darbesi’nin yolunu döşeyen Maraş, Çorum, Bahçelievler, Balgat katliamlarının başlangıç noktası olan 1 Mayıs 1977 katliamının arkasındaki derin güçler ile Hrant Dink’in ve son olarak Adapazarı’nda yaşanan türdeki linç girişimlerinin arkasında hep aynı karanlık-derin güçler-çeteler var. Ve bu güçler açığa çıkarılmadan, bunlardan hesap sorulmadan bu ülkede demokrasinin önü açılmayacak, darbe tehditlerinin arkası kesilmeyecektir.
Taksim ısrarı, demokrasi ve temiz toplum ısrarımızın bir ifadesidir.
Kendisi de benzer güçlerin saldırısı altında kapatılma davasına maruz kalan AKP hükümeti ise Vali Güler’in yasakçı zihniyetine destek vererek demokrasiyi değil yasakları, baskıları ve darbecileri güçlendiriyor. Çetelere karşı sonuç alacak mücadele AKP’ye bırakılamayacak kadar önemlidir. Sosyal Güvenlik Yasası’na karşı omuz omuza veren emek güçlerinin Taksim talebi ile devam eden birlikteliği Vali Güler’in istifa etmesi için güçlendirilmelidir.
Demokrasi, temiz toplum, özgürlük, adalet, eşitlik, barış mücadelelerini ancak emek cephesi olarak kazanabiliriz.

01 Mayıs 2008


Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde
1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından
Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından
Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir
1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
Vermeyin insana izin kanması ve susması için
Hakkını alması için kitleyi bilinçlendirin
Bizlerin ellerindedir gelen ışıklı günler
1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
Ulusların gürleyen sesi yeri göğü sarsıyor
Halkların nasırlı yumruğu balyoz gibi patlıyor
Devrimin şanlı dalgası dünyamızı kaplıyor


View My Stats