22 Nisan 2007


Bahçe fotoğrafları çekeceğim demiştim ama balkon çekmişim bol bol. Neyse balkonumuz da güzel. Üst solda yeni aldığımız sarmaşık gülünü görüyorsunuz. En sevdiğim çiçeklerdendir kendileri. Alt solda görmüş olduğunuz sakız sardunyalarım atlattıkları onca badireye rağmen tutundukları yerde büyümeye çalışıyorlar, kendilerine saygım sonsuzdur. Alt sağda ise bir an evvel büyümesini arzu ettiğimiz begonvili takdim ederim. Üst sol ise bildiğiniz sardunya :) Sardunya buraların milli çiçeklerinden, her bahçede, her tarlada bol bol bulunur. Geçenlerde bir serada satılık sardunya gördüm de "Allah Allah, sardunyaya para veren de bulunuyor mu?" şeklinde derin ve veciz düşüncelere daldım, ben hemen her gördüğüm yerden bir dal koparır getirir saksılardan birine batırıveririm, sardunya delikanlı çiçektir, her şart altında yaşamayı başarır. Bana uygun yani!
İki haftadır evde onu bunu boyamakla, taşlardan boncuklardan bir şeyler yapmakla uğraşıyorum. Ancak son yaptığım öyle berbat bir şey oldu ki, kendisini en kısa zamanda çöpe atmayı düşünüyorum. Bir de evdeki zigonlardan birini boyadım valla fena olmadı. Boyadım dediysem, etrafına taş döşeyip, üzerine resim yapıştırdım oldu bitti. Bu arada işlediğim nakışlardan birini de çerçevelettim, Dr. Didem hanıma hediye götürmeyi düşünüyorum, daha doğrusu düşünmüyorum yani karar verdim, götüreceğim. Daha önceden yapmış olduğum bir bileziği de eczacı kıza götürmeye karar verdim, ben artık eczaneye filan gitmiyorum, kız ilaçları hastaneye kadar getiriyor çünkü. Böyle ufak tefek hediyeler insanları çok mutlu ediyor, öyle büyük büyük şeyler götürmeye hiç gerek yok yani. Bir de kendim yaptım deyince daha da mutlu oluyor insanlar, hani düşünmüş de yapmış gibilerinden. E doğrudur ben de biri bana kendi yaptığı bir şeyi hediye ettiğinde daha bir sevinirim. Hoş ben hediyenin her türlüsünü severim, hediye almayı da severim vermeyi de severim.
Pazartesi günü yine yol görünüyor. Yahu, 40 yaşına kadar uçağa binme, sonra bindiğin uçakların sayısını unut iyi mi! Daha önce aşağılara hiç bakamazken, şimdi özellikle gece uçuşlarında İstanbul'a bakmaya bayılıyorum. Çok güzel görünüyor geceleri İstanbul, ışıklar böyle dantel gibi. Bir türlü ağzımın tadıyla özleyemedim şu şehiri yanarım ona yanarım yani. Hani özleyip de gidip gezmek başka, böyle gidip ilaçlanıp dönmek başka haliyle. Bir de nezle oldum, hafif hafif öksürüyorum da, inşallah gidene kadar ateşlenmem. Dün gece baktım ateşlenme yolunda hızla ilerliyorum, antibiyotik de içemiyorum artık, mideme çok dokunuyor öğür böğür kusuyorum içtikten sonra, napim napim diye düşünürken, geçenlerde annem hastalandığında kendisine mide koruyucu ilaç yerine yanlışlıkla kortizon verdiğim ve bir gece önce 38.5 ateşle yatan kadının ertesi gün ayağa kalktığı aklıma geldi, kalktım çaktım bir kortizon. Bugün ne öksürük kalmıştı ne nezle, ama akşam olunca hafif hafif yine başladı. Doktorum Ömerimi aradım, ben kortizon içtim valla iyi geldi, bir tane daha içeyim mi diye sordum, adam haliyle içme dedi. Neyse yarını da atlatırsam zaten Pazartesi günü beş tane içmek mecburiyetindeyim.
Bugün Gemiler'e gittik ve herhalde hayatımızda içtiğimiz en pahalı çayı ve Fanta'yı içtik. Bir demlik çay ve bir Fanta'ya 10 ytl verdik ki yani fahiş. Kayaköy belediyesi çakmış fiyatı valla billa. Oradaki tesisler zaten pahalı olmalarıyla ünlüdürler ama bu biraz fazla olmuş yani hani. Günübirlik turist için pek fark etmez ama bizim gibi Gemiler'i seven ve her fırsatta giden insanlar için fazla kaçmış. Buradan Kayaköy muhtarı Erdoğan amcaya sesleniyorum, indirin şu fiyatları nedir bu kardeşim böyle!
Bu arada sevgili sersem köpeğim Pati'ye bundan sonra hep beraber "Hop hop Pati, top Pati" şeklinde sesleneceğiz. Kendisi ameliyatla kısırlaştırılmış bulunmaktadır. Perşembe günü operasyon geçirdi zavallım, bayılırken yanındaydım ay böyle içim kıyıldı, bir üzüldüm, bir üzüldüm. O günü ve Cuma gününü bayağı bir sersem geçirdi ama bugün kendine geldi ve yine ota boka havlamaya başladı. Ama bu gece ameliyat yeri bir kaşındı bir kaşındı, hayvan neye uğradığını şaşırdı, evdeki kilimleri dertop edip yarasını kaşımaya çalıştı zavallım ya. Şu anda arkamda hiç sesi soluğu çıkmadan uyuyor. Artık benim yatağımda yatmıyor, kendi verdiği bir kararla, yatağımın yanında yerde yatıyor.
Cumartesi ve Pazar geceleri Oz ve CSI Las Vegas olmadığı için pek sıkılmaktayım.
Geceyarısını geçtiği için bugün 22 Nisan ama birden şunu farkettim ki, 21 Nisan'da blog hayatına başlayalı tam bir yıl olmuş. 21 Nisan 2006 günü başlamışım yazmaya ve yine kemoterapi görmekteymişim. Bugün (aslında dün) blogumun birinci yaş günüymüş yani. Eh ne diyelim, kutlu ve ve de mutlu olsun efendim...

16 Nisan 2007


Eveet, mahut tomografi çekildi ve iyi haber. Karaciğerim biraz üst sınırda da olsa normal boyutlarına inmiş ve tümörlerde de küçülme mevcut. Doktor ultrasonla da baktı ve güzel dedi. Haftaya Ömerim doktorum da bir baksın bakalım, o ne diyecek. Telefonda “Daha ne olsun valla, gayet güzel” dedi. Hadi bakalım, bu raundu da kazanacak gibi duruyoruz. Neyse, nazar değmesin diye başka bir şey söylemiyorum.
Ev halinden başka bir şey yok pek. Havalar ısındı iyice, tişörtle dolaşıp, bahçede oturuyoruz artık. Bahçemizin fotoğraflarını çekmeyi düşünüyorum, hep unutuyorum. Neyse elbet bir gün başarırım diye düşünüyorum. Muhtemelen Mayıs başı gibi denize girmeye de başlarız.
Bugün tomografiydi filan yoruldum biraz. Sonra daha uzun yazarım ey sevgili günlük.

09 Nisan 2007


Efendim, herkese selamlar, saygılar, sevgiler. Gördüğünüz üzre, yıkılmadım ayaktayım. Üçüncü kemoterapiyi de başarıyla eda edip, Fethiye’ye evime dönmüş bulunuyorum. Bakalım 10 gün kadar sonra ara bir kontrol için tomografi var, yine takke düşecek, kel görünecek haliyle. Doktorlarım klinik olarak iyi olduğumu söylüyorlar ki ben de kendimi iyi hissediyorum ama belli olmaz tabii. Doktorum civanım Ömerim, tümörler gerilemiş olsalar bile ve hatta izleri bile kalmamış olsa bile kalan üç kemoterapiyi yapacağını, çünkü kemoterapiye dayanabildiğimi söyledi. Başka bir doktor eğer bir gerileme varsa keseriz ilaçları demişti ama ben zaten ona inanmamıştım ve de ablama “Bak görürsün, bu Ömer nasılsa dayanıyorsun diye dayar bana daha üç tane kemoyu” demiştim. Eh, doktorumu tanıyorum biraz biraz artık. Neyse yapsınlar yapsınlar, ben alıştım artık kemoterapiye, onsuz yaşayamıyorum.
Yarın yine bir kan tahlili var, kanım iyi çıkarsa bugüne kadar alamadığım şu mahut ara ilacı da alabileceğim. Sabahtan hastane yollarına döküleceğiz işte. Yalnız bu ara kan iğnesi olduğum için iyi çıkma ihtimali de oldukça yüksek haliyle, görünen o ki, yarın yine yiyeceğim Gemsar’ı. Neyse, Allah ilaçlarıma zeval vermesin efendim.
Bugün yine sürüntü sürüntü gezdik, Köyceğiz’e kadar gidip, çiçek almak bize mahsus bir durum herhalde. Fotoğraf makinemin kablosunu sonunda bulabildiğim için fotoğraf da çektim. Çok güzel bir at çiftliğine gittik. Oralardan geçerken hep görür merak ederdim orasını. Meğerse yarış atları yetiştirilen bir haraymış. Biz böyle bir tesis, lokanta filan zannederken ev çıktı, ailece toplanmış mangal yapıyorlardı, biz de öyle “Ehm, biz atları pek severiz, merak da ettik, burası nasıl bir yerdir acaba?” filan diye içeri girdik, adam bize “Burası benim evim” demez mi. Neyse ki, çiftlik sahibi olan Remo Bey, bize acayip yakın ve iyi davrandı, ayran ikram etti, yemek yiyelim diye ısrar etti, ama biz nazik insanlar olduğumuz için, gayetlene aç olmamıza rağmen “Yok, yok biz şimdi yedik de geldik” dedik haliyle. Eh biraz acayip olurdu, ailenin arasına oturup et yemek. Ama çok hoşuma gitti, çok güzel bir yer. Hele bir tay vardı ki bayıldım, hayvanın bir gözü yeşil, bir gözü siyahtı, böyle atlara “Kanatlı At” derlermiş ve yarışlarda kimse geçemezmiş bunları, son derece nadir bulunan acayip değerli hayvanlarmış bunlar, ama çok güzel bir şeydi. Nazar değmesin diye fotoğrafını çekmedim. Başka bir tayın fotoğraflarını çektim. Yine gideceğim inşallah. Hakikaten de çok güzel ve insana huzur veren bir yer. Oradan dönüşte de Çalış'ta "Deniz Kapısı" diye bir lokantaya gidip yemek yedik. Ben henüz doğru dürüst yemek yiyemiyorum ama bir iki lokma yedim işte bir şeyler.
Gezmenin dışında bir şey yaptığım yok. Evde oturup televizyon seyredip nakış işliyorum her zamanki gibi. Aklımdan bin türlü entelektüel faaliyet geçiyor, hani oturayım bir roman yazayım, iki resim yapayım, ne bileyim sanatsal faaliyetlerde bulunayım diye ama, pek üşeniyorum her zamanki gibi. Aman oturup dinleniyorum ki ömrü hayatımda ilk defa elime böyle sorumsuz, sorunsuz ve de hiçbir şey düşünmeden yaşayabileceğim günler geçti, tadını çıkarıyorum. Oğlum dışında kimseyle de uğraşmıyorum valla billa. O da büyüdü şu son bir sene içinde, derslerini bitirdikten sonra odasından çıkmıyor ki, haklı çocuk, ben de çıkmazdım odamdan onun yaşlarındayken. Ne yapacak üç tane kadının arasında oturup. Bugün bizimle gezmeye bile gelmedi, evde kalmayı tercih etti. Yine hak verdim kendisine. Ben de evdekiler gitseler de yalnız kalsam birazcık diye gözlerinin içine bakardım, çok severdim evde yalnız kalmayı.
İşte böyle sevgili günlük.


View My Stats