31 Ağustos 2006



Öyle sıkıntı sıkıntı otururken, ablam msn'den "ATV'yi aç" dedi, açtım baktım ki, Zülfü Livaneli. Bir insan nasıl bu kadar odun olup, nasıl bu kadar güzel şarkılar yazar, bir insan bir şarkıyı nasıl böyle baştan sona detone ama bu kadar güzel söyler bir muammadır benim için. Sayesinde güzel bir gece geçirdim, sağolsun varolsun. Finali de en sevdiğim türkü olan "Dağlara küstüm Alim"le yaptılar, mest oldum tabii... 9 Eylül'de 35. sanat gecesi varmış, İstanbul'da olsam gitmek isteyip gidemeyeceğim bir konser olurdu muhtemelen, burada en azından, " Öf gidemiyorum" diye avunabilirim.
Şöyle diyeyim: Bütün o zevzekliklerine rağmen iyi ki varsın Zülfü... Söylediğin o "Hele Ulaşa Ulaşa, Ulaş benzer idi güneşe" türküsünü başka hatırlayan var mıdır bilmiyorum -vardır muhtemelen- ama artık hiç söylemiyorsun, söyleyemezsin... Neyse bir zamanlar söylemiştin, ben hatırlıyorum!

Hele Ulaş'a Ulaş'a
Ulaş benzerdi güneşe
Ulaş gardaş can veriyor
Yüreğim düştü ateşe.
Ulaş'ın elinde mavzer
Mavzeri türküye benzer,
Bizimkiler böyle ölür
Böyle ölür bizimkiler
Tohumlar düştü toprağa
Donandı yeşil yaprağa
Kurban olam kurban olam
Seni yaratan toprağa.

28 Ağustos 2006



Dünyanın en güzel gözlü öğretmeni, dünyanın en iyi annesi... Yorulduğum için beni affet... Biraz dinleneyim, biraz kendime geleyim yine birlikte olacağız. Seni hiçbir şeye tercih etmiş değilim, sen benim cebimdesin zaten. Ama yoruldum, ama çok yoruldum beni affet... Seni ben çok seviyorum, herşeyden çok seviyorum...

25 Ağustos 2006

İlaç almak artık iyice rutine bindi, gidiyorum, ilaçlanıyorum ve dönüyorum. İstanbul'a gittiğim zamanlarda bayağı hayatımı etkileyen bir olaydı ama şimdi normal bir şeymiş gibi. Eylül'ün 14'ünde yine burada ilaçlanacağım, ondan sonraki tedavi için İstanbul'a gideceğim, tomografi filan çekilecek, dişlerimi yaptırmak da istiyorum.
Bu sabah üşüdüm ve üzerimi örttüm, kalkıp dereceye baktığımda hava 30 dereceydi, eh bayağı bir serin geldi haliyle.
Seramik kursu iyi gidiyor, Deniz ve Yunus'da iki gündür benimle geliyor, bugün Yunus erken sıkıldı ve kaçtı zaten pek yetenekli de sayılmaz ama Deniz'in bayağı bir hoşuna gitti, çok güzel şeyler de yapıyor, inşallah devam eder bakalım. Ben de fena işler çıkartmıyorum arada, ayrıca anne oğul beraber bir şeyler yapmak ikimizin de hoşuna gidiyor.
Şu sıcaklar geçse iyi olacak...
Rüyamda Michael Jackson'u gördüm ve "Bu adamcağız da beyaz olucam diye kendini yedi bitirdi" şeklinde bayağı bir acıyıp dertlendim kendisine, o pedofil sapığın nesine acıdıysam artık. Aynı gecenin ikinci rüyasında ise, çok kalabalık bir cenaze töreni vardı, ama aynı zamanda da bir sürü mezar vardı, ahali cenaze namazı için kalktığında arkalarda kalmış ve kimsenin ilgi göstermediği bir mezarın başına gidip, üstüne bir zeytin tanesi bıraktım.
Annem rüyamı "Kimsesiz biri senden bir iyilik görecek" diye yorumladı. Jale dururken Freud'da kim oluyormuş...
İlaçtan sonraki uykusuz gecemi de eda etmiş bulunuyorum. Saat sabahın beşi oldu, seramik bir pano tasarladım bakalım yarın onu yapmaya başlayacağım. Bir cigara daha tüttürüp (tüttürüyorum çünkü içmiyorum!) yatayım ve televizyon seyredeyim bari.

23 Ağustos 2006

Güneş beynimizde cozurduyor valla... Hava fena sıcak, bir de "ay ay ay çok sıcak" diye ağlayan ama sadece 34 derecede filan oturan İstanbullular iyice sinir bozuyorlar, buralar gecenin 12'sinde filan ancak o dereceye düşüyor kardeşim...
Bu sıcakta denize de gidilmiyor, denize girmek için Eylül ayını bekliyoruz.
Ayrıca yaratıcılık filan da sıfırın altında seyrediyor haliyle, günlerdir bir fotoğraf sitesine üye olcam, fotoğraflarımı upload edicem ve de tanesi 25 sentten fotoğraf satıcam diye uğraştım uğraştım... Sonuç hüsran, benim makine 3.5 megapiksel fotoğraf çekiyor, bunlar 4.0 megapiksel fotoğraf istiyorlarmış bak sen şu işe, neyse ne demiş ünlü deli guguk kuşu Jack Nicholson amcam "En azından denedim!"

19 Ağustos 2006

Eve döndük, yalnız korkunç bir hastane havasında olan ama ortalıkta tek bir görevlinin bile gözükmediği termal tesislerde kalmadık haliyle. Bodrum'da Club Ersan diye bir tatil köyünde kaldık altı gün ve ben altı gün boyunca tam bir öküz Türk modunda, sabahtan akşama kadar bira içerek, kitap okudum (gerçi kitap okuyan tek Türk bendim) ve arada sırada da denize girdim. Fena bir yer değildi ama bütün herşey dahil oteller gibi kalite malite yoktu. Neyse ki kahve Nescafe, bira da Tuborg'du da Marmara 34'e talim etmek zorunda kalmadım. Şu yukarıda görülen havuza bir kere bile girmiş değilim çünkü hakikaten şahane bir denizi vardı. Tabii Akyaka'da oturup Bodrum'a tatile gitmek biraz nasıl desem şımarık bir durum oldu ama "dayım sağolsun" dedim ve keyif yaptım valla. Deniz de kendine bulduğu arkadaşlarıyla bütün gün havuzdan çıkmadı, annem de iyi zaman geçirdi. Sonuçta hepimize iyi geldi.
Ama insanın evi gibi yok haliyle.
Havalar acayip sıcak ve rutubetli, bütün gün bunal bunal bunalmaktan başka bir şey yapmıyorum. Bu arada da 17 Ağustos itibariyle 44. yaşımı idrak etmiş de bulunuyorum, doğum günüm kutlu olsun nitekim.
Yaşlandık yahu!

09 Ağustos 2006

Yarından sonra Deniz ve Jale ile bu otele gidiyoruz, İzmir Balçova Termal Oteli. Jale kaplıcanın ve fizik tedavinin ayağına iyi geleceğine karar verdi. Muhtemelen bir 10 gün kalacağız ve yarın kendime yaklaşık 32 bin tane filan kitap almak durumundayım. Muhteşem ikili Deniz ve Jale ile 10 gün bir otelde ne yapacağım hiçbir fikrim yok. Haydi Deniz bütün gün havuza girer, dondurma, tost yiyip, meyve suyu filan içer de Jale'yi ne halt edeceğim bilmem. Neyse ne demişler hatır için çiğ tavuk bile yenir bir yerde, gerçi ben hatır için bile tavuk yemem, yanından bile geçmem o ayrı mesele... Geceleri uyku sorunum yüzünden, evimden ve odamdan başka yerlerde uyumaktan nefret ediyorum aslında, bir de üçümüz aynı odada kalacağız, seyreyle sen gümbürtüyü. Umarım kafayı yemeden eve dönebilirim. Belki cilt bakımı ve masaj olaylarına girip biraz stres atarım gitmişken bari.
Yanıma dizüstü bilgisayarı da alacağım ama odalarda internet bağlantısı var mı yok mu bilmiyorum. O yüzden bir 10 gün kadar buralarda olmayabilirim, merak buyurmayınız.

08 Ağustos 2006

Dün gece rüyamda, ağzımda ne kadar diş varsa söktüm ve sonra cüce (işte cüce dedim!) bir dişçiden randevu almak istedim ama cüce dişçi ayın 28'ine kadar tatilde olacağını söyledi.
Kendimi Freud'a emanet ediyorum.

Hava çok sıcak, bütün gün uyumaktan ve tv seyretmekten başka bir şey yaptığım yok. Aman tanrım hiçbir işe yaramıyorum diye üzülsem mi, yoksa hiçbir işe yaramamanın zevkini mi çıkarsam henüz bir karar da veremedim hani yani. Ama zevkini çıkarma eğilimi ağır basıyor söyleyeyim. Kanser olmanın iyi yanlarından biri de bu, artık hiçbir şey yapmak zorunda olmamak, tabii çevrede seni seven ve aman ölme diye gözünün içine bakan insanlar olması şartıyla... Şükür ki benim çevremde öyle insanlar mevcut. Kendilerine sonsuz teşekkür ediyorum.

03 Ağustos 2006

Na böyle! Bugün Muğla Devlet Hastanesi'nde ilaçlandım, yatak da vardı, Avil'i de yiyince bir güzel uyumuşum bütün serumlar boyunca, iyi geldi. Eylül'e kadar burada olacağım tedavileri, Eylül'de kontrole gideceğim İstanbul'a. Yarım saat mesafeye gitmek iyi geldi, bu taşınma işi beni bayağı yormuştu çünkü, İstanbul yolu çok gözümde büyüyordu.
Bugün ayrıca resim dersine de başladım, 1.5 saatte 1 silindir ve bir küp çizdim ve çizebildiğimi görünce de pek sevindim. Hoca da "umutsuz vaka" olmadığımı ve resim yapabileceğimi söyledi, bu ayrıca hoşuma gitti tabii. Bakalım, kendimi sanata vurdum artık, bir sanatçı olacağım nitekim. Neyse bari şiir yazmaya kalkmak gibi bir şuursuzluk içinde değilim hiç değilse.
Günler yeknesak geçip gidiyor. Aldığım antidepresan sayesinde hafif otlaşmış bir şekilde yaşıyorum, o da iyi geldi. Şiddetli duygulardan, fırtınalı hallerden bezdim artık, ot olmak istiyorum, her şeyi derin derin hissetmek ve yaşamak iyi bir şey değil bir kanser hastası olaraktan. Duyguları yüzeyde yaşamak en iyisi galiba...

01 Ağustos 2006

KENDİME AİT BİR ODA !
Devin'e...

Kaçıp patladı,
o mevsimin Muson’u
açık pencereden.

Okuyunca inanamadım!
Virginia Wolf’un odasından çıktığına!

Sen kalk bir çılgın gruba katıl,
ve kıyafet değiştirip, makyaj yapıp,
bir Afrika Kralı’nın maiyeti olarak,
majestelerinin Hindistan’daki valisi ve ordusuna,
bir telgraf çek,
ve kendini resmi törenle karşılatıp
onları denetle!
Sonra Londra’ya dönüp,
bütün bu olanı biteni
“rezalet” diye gazetelerde yaz!


Hüseyin Kuzu

Bu artık kısa öykü mü, şiir mi tam olarak nedir kestiremediğim "şey"i sevgili Hüseyin Kuzu, (Lütfi'nin kardeşi, kayınbiraderim) bana ithaf etmiş, gerçi kendisi yazdığı Kısa Kısa Öyküler kitabına koyacağını söylemişti ama ben ondan önce davrandım işte...


View My Stats