27 Eylül 2007

Taşlarla yaptığım sanat harikaları :) Ne yapayım, böyle işler yapıyorum sıkıntıdan. Aslında fena olmuyor, çerçevelenince daha güzel oluyorlar haliyle. Hep balık, gemi filan yapıp duruyorum.
Bugün gittim ve Kültür Merkezi'nde Ebru kursuna yazıldım. Haftada iki saat, ayda 40 ytl. Herşey hazır, kağıt hazır, boya hazır, su hazır. Sen gidip sadece ebru yapıyorsun. Aslında öyle zevki çıkmaz, çünkü ebru yapmaya hazırlanmak da önemli bir ritüeldir. Suyu, boyayı, kağıdı hazırlamak yaptığın işe daha bir sarılmanı sağlar. Ama kendimi iyice toparlayıncaya kadar hazıra konma düşüncesi hoşuma gitti. Bir süre sonra kendim yaparım, önce gidip sadece suya boya atayım bari. Ebru hocası da hoş bir kadına benziyor. Pazartesi günleri gideceğim. Böyle otur otur sıkıldım yahu. Denize de gitmiyoruz artık. Eh ne de olsa hava 30 derece filan, bu havada denize mi gidilirmiş! Hafta sonu gideriz hep beraber artık.
Bugün bir kitap aldım, Karin Fossum diye hiç duymadığım bir yazardan Kurttan Korkan Adam diye bir polisiye, Dharma Yayınları'ndan çıkmış. Çevirisi berbattı. Roman da zaten pek iyi değildi ama çeviriye kızmaktan bir hal oldum. Oturdum bitirdim ama sadece yeni bir şey okuyayım diye. Zaten son yıllarda şöyle iyi bir çeviri okumadım pek. Çevirmenlere öyle komik paralar veriyorlar ki, iyi çevirmenler başka işler yapmayı tercih ediyorlar. Piyasa da bu paralara çalışacak amatörlere kalıyor haliyle. Yayınevleri editör çalıştırmaya da zahmet etmiyorlar artık. Sonra da niye kitap okunmuyor diye ağlıyorlar.

Eğlenelim, gülelim

26 Eylül 2007

17 Ağustos, mutfakta benim için düzenledikleri sürpriz doğumgünü partisi. Kolumun altına girmiş olan yakışıklı, oğlum olan Deniz bey, yanımdaki diğer oğlan çocuğu mahalleden kankası, beyaz elbiseli güzel çok sevgili yeğenim, kendisi oyuncudur, adını yazmıyorum ki google'de arayan buraya düşmesin :) Deniz bey'in yanındaki güzel de komşu kızı. Beni yataktan kaldırdıkları için rezil bir haldeyim tabii. Zaten fotoğraflarda hep yorgun bir ifadeyle çıkıyorum, eh o kadarı da olur artık diyoruz.
Bugün sıkım sıkım sıkıldım evde. Şoför bey de arazide odun kesiyormuş bugün gelemedi. Yarın gidip kendime bir kurs bulmam lazım, yoksa patlarım böyle evde ben. O ağır yorgunluk bir hafta filan sürüyor, sonra biraz biraz kendime geliyorum ve yapacak iş bulamıyorum. Örgü, dantel işleri de yapamayınca iyice sıkılıyorum. Şu kol şişmeseydi böyle iyi olacaktı. Artık çok dikkat etmek zorunda kalıyorum. Daha beter şişerse feci ağrı yapıyor çünkü. Ben de ağrıdan bıkmış usanmış durumdayım valla. Kitap oku, televizyon seyret, internette oyalan da bir yere kadar. Neyse hafta sonu küçük yeğen geliyor, pek özledi halası onu. Bu geldiğinde bir fotoğrafını çekeyim de koyayım buraya bari.
Geçen kış takı ve tahta boyama kursuna gittiydim kanser nüksedene kadar, bu sene de ebru kursuna gideyim diyorum. Seneler önce ebru yapmıştım, çok severim. Bayağı da başarılı olmuştum kursta, devam edebilseydim keşke. Neyse, öğrenmenin yaşı yok, yeniden öğrenirim. Takı tuku işleri pek sarmadı beni. Yani ucuz malzemeyle takı yapmayı sevmedim. Oturuyorsun güzel bir şey tasarlıyorsun, malzeme ucuz, bir şeye benzemiyor yaptığın. Değerli taşlarla çalışmak da boyumuzu aşıyor haliyle. Tahta boyama da sarmadı pek. Ebru çok severim ama, kültür merkezinde vardı kurs, bakayım yarın soracağım.
12. kür kemoterapiye kaldı 10 gün filan. Bakalım ne olacak, doktorum Ömerim ya ara gemzarı kaldırarak devam edeceğiz, ya bir ilacı kaldırıp iki ilaç devam edeceğiz, ya da ağızdan bir hapla devam edeceğiz dedi. Bitmiyor yani, ama her halükarda bir ilaç eksilirse daha rahat edeceğim. Ben devam etmekten yanayım. Bakalım doktorlarım ne karar verecekler? Hakkımda hayırlısı olsun diyorum başka da bir şey demiyorum.

darbe (12 eylül) selah

Biliyorum bugün 12 Eylül değil. Ama mailime gelen bu videoyu paylaşmak istedim. Böylece bloga koyduğum ilk video da bu olsun bakalım.

25 Eylül 2007

Bu sezon tek takıldığım dizi Bıçak Sırtı olacak herhalde. Üç bölümdür seyrediyorum, daha sıkılmadım. Bakalım, nasıl olsa bir yerden bir yerden salak sepet bir hale bürünür, ben de bırakırım seyretmeyi, gittiği yere kadar gitsin. Oyunculuklar iyi, senaryo fena değil, en azından feci mantık hataları pek yok. Ali'nin bir kan damlasıyla masum olduğunun ispat edilip anında salıverilmesi dışında tabii. Neyse, o kadarı olur artık diyoruz ve fazla kurcalamıyoruz.
Bütün gün yatıp taş boyadım yine. Canım başka bir şey yapmak istemiyor. Yorgunum çok. Evdeki ergen de tepemin tasını fena halde attırmakla meşgul sürekli. Bu yaşlarda hep böyle mi oluyorlar, yoksa benimki mi böyle bilmiyorum ama inanılmaz özensiz, bencil ve gıcık olduğunu söyleyebilirim. Keşke hep şöyle beş yaşında filan kalsalar valla.
Hafta sonu abimler geliyormuş. Ablam da gelecek, eh iyi olur, annem sevinir, ben de yeğeni görmüş olurum işte. Bizden uzak büyüyor, üzülüyorum biraz ama ne yapalım. Üzerimde bir sıkıntı hali var. Kanser olduğum için olabilir mi acaba :)

22 Eylül 2007

Gece gece ateşim 38'e çıktı. Doktorumu aradım hemen, antibiyotik başladık. Aslında grip gibi de değilim ama tedbirli olmakta fayda var tabii. İki ateş düşürücü ve bir antibiyotikten sonra da şimdi şakır şukur terliyorum maşallah.
Eve geldiğimden beri malak gibi yatmaktan başka bir şey yaptığım yok. Aşağı salona bile inmiyorum yani. İşte normal kemoterapi ertesi durumları. Canı hiçbir şey yapmak istemez insanın. Neyse, eğer grip olmamışsam bir iki güne toparlarım.
Aslında yarın Deniz'in dersanesine gidip rehberlik öğretmeninden bir çalışma programı almayı düşünüyordum. Ben hayatında düzenli ders çalışmamış ve sadece kitap okuyarak üniversite kazanmış bir insan olduğum için nasıl ders çalışılır bilmiyorum. Çocuğa habire çalış çalış diyeceğime önüne bir program koysam iyi olacak ama eğer ateş sürerse gidemeyeceğim tabii.
Garp cephesinde pek yeni bir şey yok. Bayramda hep birlikte İstanbul'a gidiyoruz. Kadın bayramda çalışmayacak haliyle ve benim tam kemo ertesime rastgeliyor bayram. Burada da gelen giden misafir eksik olmaz, benim de kimseye hizmet edecek halim olmaz. Jale hanım sultanın durumu zaten malum. O yüzden hep birlikte İstanbul'a kaçmaya karar verdik. Hepimiz için iyi olur. Deniz babannesini görür filan.

20 Eylül 2007

Hayatımın En Mutlu Günü

Sevgili Dostlar,

Tam 45 yaşındayım. Bu yaşıma kadar bir sürü şey yaşadım, mutluluklar, üzüntüler, kırgınlıklar, sevinçler, güzellikler, aşklar (lar dediğime bakmayın hayatta tek bir kişiye aşık olmuş bir insanım :), kayıplar, ölümler, doğumlar. Bugüne kadar hayatta o kadar da işe yaramamış bir insan olduğumu düşünmüyorum. En azından 14 yaşımdan beri halkım için, insanlık için, inandığım değerler için, yaşadığım, taşını toprağını her şeyini çok sevdiğim ve başıma ne gelirse gelsin terkedip gitmeyi bir an için bile düşünmediğim ülkem için, sosyalizm için, devrim için, bir sürü şey yaptım, hala daha da yapmaya çalışıyorum elim erdiğince, gücüm yettiğince.

Ancak 18 Eylül günü Cerrahpaşa Radyasyon Onkoljisi'nde yaşadığım gün diyebilirim ki hayatımın en mutlu, en gurur verici, en güzel günü oldu neredeyse. Nasıl koltuklarım kabardı, nasıl onur duydum, nasıl gururlandım size anlatamam belki de.

O hastanede kapıcısından, güvenlik görevlisine herkes beni tanır, herkes beni sever. Ben her zaman onlara çok iyi davrandım, her zaman hallerini hatırlarını sordum, hiçbirini sen hemşiresin, sen profesörsün, sen kapıcısın diye ayırmadım, zaten ayıramam, böyle bir şey doğamda yok benim. Her zaman güleryüzlü, pozitif olmaya çalıştım. Zaman zaman benim de çok sıkıldığım, çok bıktığım günler oldu tabii sonuçta ben de insanım. Ama oradaki bütün görevliler, o kadar iyi insanlar ki, insanın içinden gelmez zaten kötü davranmak. Hepsiyle ayrı muhabbettim vardır yani :)

Onlar da beni çok severler, hepsi bana çok çok iyi davranır. Kendimi hep "prenses" gibi hissetmeme neden olurlar ki, en küçük bir torpil geçmezler aslında. Ve bu sadece bana değil, bütün hastalar için geçerlidir orada. Tam dört yıldır aralıklarla o hastaneye giderim ve sadece bir kere bir doktorun bir hastaya sesini yükselttiğine şahit oldum. O hasta da haketmişti hani yani.

O gün beni yine prensesler gibi karşıladılar arkadaşlar, aslında her zaman öyle karşılarlar. Ama hepsi o kadar sevinmiş ve mutlu olmuş ki sizlere anlatmama imkan ihtimal yok. Hepsinin ağzı kulaklarında, bana sarılanlar, öpenler, elimi okşayanlar...

Tabii en gurur verici olanı da, koskoca kürsü başkanının kemoterapi odasında beni beklemesi oldu haliyle. "Ben de sizi bekliyordum burada" demesin mi, koskoca profesör, bir acayip oldum sormayın, "Onur duydum efendim" demekten başka bir laf edemedim :)

Neyse, tabii oraya gidince ilk iş kan tahlili yaptırmak oluyor, gittim kan tahlilimi yaptırdım. Laboratuvarda görevli Ayla hanım da çok tatlı bir hanımdır. Beni hiç bekletmez, hemen alır kanımı :) Kanımı verdim, bu arada da gözüm kapıda, ya Eda gelir de beni bulamazsa diye. Tahlili alır almaz, Dr. Didem hanımın yanına uçtum, Didem hanım da pek güzel, pek tatlı bir doktorumuzdur. O da hemen ilaçlarımı yazdı, tedavi protokolünü hazırladı. Geçtim kemoterapi odasına. Efendim, özel kemoterapi koltuğu beni bekliyor. Meğerse Esra hemşire, benden önce oraya oturan bir hastayı, "Sen kalk bakalım ordan, öteki koltuğa geç, orası bugün Devin için ayrıldı" diye kaldırmasın mı. Bir güldüm bir güldüm sormayın. Hasta da bana "beni kaldırdı hemşire ordan" demesin mi, "Eh dedim o kadar da olsun artık" :)

Neyse Esra hemşire taktı serumu ve o arada kapıdan dünyalar güzeli bir yüz baktı. Hemen tanıdım tabii Edacığımı. Canım benim, o kadar sevindim, o kadar mutlu oldum size anlatamam. Bütün gün yanımda oturdu, kızım dedim, bu iş uzun sürer, bak işin varsa git, yok dedi, ben senin için geldim. Oturduk, güldük, konuştuk, söyleştik, eğlendik. Nasıl cıvıl cıvıl, nasıl neşeli, nasıl güzel bir kızsın sen Eda ya :) Yanımızda benim bir tanecik sevgili yeğenim de vardı, o beni hiçbir kemoterapimde yalnız bırakmadı bugüne kadar. Onunla da ayrıdır kemo maceralarımız bir başka yazıda anlatırım artık. İnanın bana zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Bu arada da odamıza gelen gidenin haddi hesabı yok. Hemşirelerin biri gidiyor biri geliyor, doktorların biri gidiyor biri geliyor. Nasıl sevindirdik onları, nasıl mutlu ettik :)

Tabii en şaşırtıcı olanı da şu oldu. Akşama doğru, önde kürsü başkanı Profesör Gülyüz hanım, arkada da hastanenin muhasebe işlerine bakan Esra hanım girdi odaya. Şimdi bu Esra hanım da genç bir arkadaşımız, aslında o da güzel, güler yüzlü bir insan ama biraz çabuk öfkelenen bir hali vardır her zaman. Herşeyde bir kusur bulur, herşeyde bir eksik bulur, yani hastalara pek iyi davrandığını iddia etmek pek mümkün değildir. Gülyüz hanım demesin mi, "Esra git, Devin'e ellerini sür, belki de sana biraz pozitiflik geçer." Arkadaşlar bir şaşırdım, güleyim mi ağlayayım mı ne yapacağımı bilemedim. Esra geldi, ellerini üstüme sürdü, artık ne yapayım, tuttum ellerini, okşadım, sevdim. Başıma hiç böyle bir iş gelmemişti bugüne kadar yani. Yaşadığım şoku anlatmama imkan yok :) Biraz yardımım olduysa ne mutlu bana. Onun da bir takım şahsi problemleri olduğunu biliyorum aslında ama işte, az biraz pozitif olmak lazım bu hayatta.

Derken efendim onlar gitti, vee Tempo muhabirleri girdi odaya. Bu işten haberleri olmuş, beni aramışlardı haber yapalım diye, ben de 18 Eylül günü hastanede olacağımı söylemiştim. Önümüzdeki Çarşamba çıkacak haberimiz büyük ihtimalle Tempo dergisinde. Böylece herkesin haberi olacak bu işten. Çok hoşuma gitti bu iş benim tabii :) Ne de olsa eski bir gazeteciyim ben de. Hem de halkımız böylece her şeyi devletten beklememek gerektiğini bir şekilde görür. Aslında beklememek demek doğru değil, devletin, politik hesaplarla yapmaktan imtina ettiği işleri, kendi öz gücüyle, kendi dayanışmasıyla yapabileceğini göstermiş olacağız belki de.

İşte böyle arkadaşlar. Bana çok güzel, çok mutlu, inanılmaz duygulu bir gün yaşattınız. Muhtemelen milyonlarca iyi hücre girmiştir vücudumda dolaşıma.

Edacım sana da çok çok çok milyonlarca kez teşekkür ediyorum. Bu iş sen olmazsan olmazdı zaten. Ve tabii ki isimsiz meleğimize (ismi bende saklı), Faysal Beye, Hayri beye, bu işe baş koyan bütün bloggerlere çok çok teşekkür ediyorum. Bu günlerde biraz yorgun oluyorum, hepinize tek tek yorum bırakıp teşekkür edemeyebilirim beni affedin olur mu? Zaten Edacım da benim yerime hepinizi ziyaret ediyor :)

Hepinizi çok seviyorum.

Eve yeni geldim. Birazcık yorgunum o yüzden uzun uzun yazamayacağım. Ama şunu söylemeliyim, hayatımın en mutlu günlerinden birini yaşadım, şöyle söyleyeyim ki bu kadar bir de oğlumu dünyaya getirdiğim gün sevinmiştim.
Haberler yarın, gerçi Edacım yazmış uzun uzun ama bir de benden dinleyin bakalım.
Herkese çok çok teşekkür ederim, tek tek yorum yazamadığım ve bloglarında bizden bahseden herkese de çok çok teşekkür ediyorum.
Beni o kadar mutlu ettiniz ki...
Edacım sen de, seni tanıdığım için inan çok sevindim ve mutlu oldum.
Artık yarın uzun uzun yazacağım. Şimdi biraz uyumam gerek :)

17 Eylül 2007

Pek sevdiğim filmler Top 10

1. A Streetcar Named Desire (İhtiras Tramvayı)
2. The African Queen (Afrika Kralicesi)
3. Citizen Kane (Yurttaş Kane)
4. Cabaret (Kabare)
5. Blade Runner (Bıçak Sırtı)
6. Gilda
7. Curse of the Golden Flowers (Altın Çiçeğin Laneti)
8. Butch Cassidy and the Sundance Kid
9. Barfly (Bar Kelebeği)
10. Crouching Tiger, Hidden Dragon (Kaplan ve Ejderha)

Sevilme sıralaması bu değildir. Blade Runner ve Kaplan ve Ejderha'yı tek geçerim.

16 Eylül 2007

Sabah uçuyorum İstanbul'a. Zaman geçiyor valla. Yeni koltuklarda ilk kemoterapi olacak bakalım. Neyse, bu da bitince kalacak bir tane.
Havalar sıcak hala, denize girmeye devam. İstanbul soğukmuş, yanıma ne alacağımı bilemedim. Neyse, evde uzun kollu bir şey buldum, onu götürüyorum. Eh, 35 dereceden 25 dereceye gidince ciddi bir mevsim farkı oluyor. Gerçi burada da geceler serinlemeye başladı şükür. Ama daha Kasım ortasına kadar soba filan yakmayız. Babam ve Oğlum'u seyrettim. Çok güzel film olmuş, öyle dedikleri gibi fena bir duygu sömürüsü filan da görmedim ben. Duygusal, güzel bir film olmuş işte. Daha ne olsun yani.
Döndüğümde görüşürüz sevgili günlükçüm. Şu fotoğraf makinesini bulsam iyi olacak. Kalkayım onu arayayım bari.

13 Eylül 2007

Benim babam komünistti, aynı zamanda da ateistti. Bu yüzden bizim evimizde ramazan ayı filan bilinmezdi. Kimsenin oruç moruç tuttuğu yoktu çünkü. Babaannem tutuyorduysa bile pek hatırlamıyorum, herhalde kendi halinde, şaşaasız tutuyordu kadın. Ne öyle iftar yemekleri, ne de sahurlar. Ben bazen tutmaya kalkardım, ama her defasında da unutur, su filan içer, sonra da Allaha yalvarırdım noolur günah yazma diye. Sevgili babaannem, Allah 18 yaşına kadar günah yazmaz dediği için bir yandan içim de rahat olurdu, nasıl olsa 18 yaşında değilim diye ama biraz yalvarmayı ihmal etmezdim. Sonra büyüdüm ben de komünist oldum. Neyse, tüm inananların Ramazan ayını kutlarım efendim.

11 Eylül 2007

Hayatımda yediğim en lezzetli ve en çok kebabı Has Kral Kebapçısı'nda yedim geçen İstanbul'a gidişimde. Bloğa yazayım yazayım diye düşündüm hep, sonra unuttum. Burası Hatay yemekleri yapan bir yer, Fatih'te sayılır. Aksaray'daki metro istasyonunun arkasında bir yerlerde. Bir de ucuz, biz dokuz kişi gittik ve dünyanın kebabını yedik, abartmıyorum, bizim yediklerimizle küçük bir ordu doyabilirdi yani ve 225 ytl verdik. İnsan başı 25 ytl'ye filan geliyor yani. İnanılmaz lezzetli kebaplar. Hele yufkayla gelen bir tanesi vardı ki, tadı resmen damağımda kaldı. İçkisiz bir yer yalnız, bir de rezervasyonla gitmekte fayda var. Ben kebabın her türlüsünü pek severim. Durup dururken canım Adana kebabı filan çeker yani. Hani Razaman ayı'da geliyor belki iftara filan gider oruç tutanlar.
Bugün yine mayalı hamur yapma çabam akim kaldı. Yine kabarmadı hamur yahu, niye beceremiyorum şu mayalı hamur işini bilmem. Her defasında bir şeye suç atıyorum ama bilemiyorum. Bu defa da mayada buldum suçu, herhalde bayattı diyerek. Yarın yine deneyeceğim ama bu defa taze maya alacağım bakalım nasıl olacak. Şu maya işini becersem, ekmekleri evde yapacağım. Hoş bir tane ekmek yapma makinem var ama inat ettim, elde yapacağım diye. Neyse, sonuçta olur nasıl olsa, yapa boza öğreneceğiz.
Has Kral'ın telefonunu da vereyim bari de Ramazan hizmetimiz tam olsun: 0212 534 97 07

10 Eylül 2007

Bugün de geçti bir şekilde. Çay için şeftalili tart, akşam yemeği için de patates pizzası yaptım. Ne zamandır akşam sofrası kurulmuyordu evde. Zaten kemo bitip de biraz dinlenince şu akşam yemeği meselesini ele almayı düşünüyorum. Sofrada sürekli aynı şeyleri görmekten fenalık geliyor insana bir yerde. Şimdilerde ses çıkarmıyorum çünkü zaten 10-15 gün yemek yediğim yok. Gemzar'ı almayınca son on günü ayakta geçirebiliyorum, iyi oldu. Pek canım sıkılıyordu yerimden kıpırdayamayınca. Durmadan bir şeyler yemek istiyorum ama kendimi tutuyorum, ilk kemoterapideki gibi 20 kilo almak istemiyorum çünkü. Hoş pek kilo alabilecek bir pozisyonda değilim ama belli olmaz, dikkat etmek lazım yine de. Belim çok hassas çünkü, kilo iyi bir şey değil bel açısından.
Perşembe akşamı ablam geliyor, Pazartesi sabah birlikte uçacağız İstanbul'a, iyi bari yalnız gitmeyeceğim. Yarın sabah da hastaneye gideceğim, hem kan tahlili hem de şu kemik ilacı için. O kemik ilacını durmadan unutuyordum ama Didem hanım, yemin ettirip, üstüne bir de söz verdirince mecbur hatırlıyorum artık. Zaten almakta da fayda var, yaş ilerledikçe lazım olacak o kemikler bana.

Şu Puppets Who Kill yüzünden her gece üçe kadar oturma alışkanlığı edindim. Sonra da zaten bir saat uykuya dalmaya uğraşmakla geçiyor. Böylece gündüz öğlene kadar uyuyorum. Ama çok gülüyorum ya, uzun zamandır böyle iyi bir kara mizah seyretmemiştim. Öylesine absürt ki, valla acayip komik. Comedymax'in dizilerinde genelde pek gülmüyorum çünkü, hele o mutlu aile komedilerinden -hani herkesin sevgi kelebeği olduğu- fenalık geliyor, bunda kikir kikir gülüyorum iyi geliyor. Birbirinden adi ve kötü dört kukla ve onlardan da adi ve kötü rehabilitasyon uzmanı :)

İki bira içtim komşumla balkonda, iyi geldi. Son hafta ya bir şeyler yiyip içebiliyorum. Yalnız hem tuhaf hem de iyi bir şey oldu son zamanlarda, aslında epeydir oldu da, geçer diye bekliyordum geçmedi, şöyle ki, bünyem tuzu tamamen reddetti. Ben ki, yemeğin tadına bakmadan tuzu basan insan, artık tuzsuz yiyorum. Beyin herhalde dedi ki, "Bu hatunun kendi kendine tuzu filan bırakacağı yok, zaten niyeti de yok, ben bir sürpriz yapayım ve de tuzu reddedeyim." Tuz benim için hakikaten tuzak. Üç haftada bir yoğun kortizon kullanan bir bedene çok fazla tuz girmemesi lazım gerçekten de. Bugün böyle canım hem yemek istiyor hem istemiyor bir garip hallerdeydim, evde kırmızı biber buldum, 5 tanesini attım fırına pişirdim, sonra da üzerinize afiyet, limon, zeytinyağı ve de sarımsak koydum üstüne, oturdum tuz filan atmadan bir güzel yedim. İşte o zaman anladım ki, benim sevgili beynim bana sormadan tuz işini halletmiş. Bir de artık kola içemiyorum. Aslında canım zaman zaman acayip kola istiyor ama tadı öyle kötü geliyor ki içemiyorum. Beynim bu kola işini de halletti anlaşılan. Bir de sigara meselesini halletse böyle ne güzel olacak. Neyse, onu da yapar diye bekliyorum, ee herşey sırayla anlaşılan.
Bugün bir de uzun zamandır ilk defa poğaça yaptım. Onun da hamuruna tuz koymayı unutmuşum. Bana iyi geldi ama birkaç tanesini verdiğim komşularım beğendi mi bilemiyorum.
Günler geçiyor.

07 Eylül 2007

Çocukluğumun kitapları dizisine devam. En sevdiğim kitaplardan biriydi "Bir Eşeğin Hatıraları", kitapta bahsi geçen eşeğin adı Marsıvan'dı. Muhtemelen çevirmenin uydurmasıdır, ama çok yakışıyordu bizim eşeğe. Bu kitaptan esinlenerek "Bir Kedinin Hatıraları" diye roman yazmıştım ilkokuldayken. Zaten ilkokulda yazılmış ve maalesef şimdi kayıp, biri bilimkurgu olmak üzere, üç tane romanım var. Benim kedi geceleri iki patisinin arasına sıkıştırdığı bir kalemle hatıralarını yazardı. O zamanlar daktilo bile bilmiyorduk nerede kaldı, bilgisayardı internetti. Anlaşılacağı üzere blogumun ismi o romandan kaynaklanmakdadır.
Bugün Deniz efendinin okul alışverişini yaptık. Bu sene sekizinci sınıf ve OKS sınavına girecek maalesef. Bu bir sene biraz zorlu geçecek ama başa gelen çekilir. Hava bayağı serinledi, bugün saat üç gibi güneşte 35 dereceydi. Bizim buralarda 35 derece filan "serin" kategorisine giriyor haliyle. Bu sene çok sıcak oldu ama, 45'den aşağı düşmedi. Eh 35 olunca hissedilir derecede serinliyor ortalık. Biraz önce de balkona çıktım, üşüdüm bile. Epeydir denize gitmiyorum, artık yarın gideceğim valla.

LÖSEV

Dün biraz işlerim vardı, Deniz efendinin dersane kayıt işleriyle filan uğraştım. O yüzden LÖSEV'e bağış işini ancak akşam yapabildim, fakat o saatte banka yaptığım eft'yi talimat olarak aldığından dekont alamadım. Yukarıdaki çalışma, hesabıma gelen 170 ytl'nin LÖSEV'e gittiğini açıklıyor diye düşünüyorum. Üstü sansürlü yerler benim özel banka hareketlerim, artık kusura bakmazsınız diye umuyorum :)
Koltuklar yerlerini buldu. Dün doktorlarım, hemşirelerim beni arayıp teşekkür ettiler, onlara bana değil blog alemine teşekkür etmelerini söyledim tabii. Ama ne yalan söyleyeyim pek mutlu oldum, pek gururlandım.

05 Eylül 2007

RAHATA BAKIN :)

İşte bağışlanan koltuklar bunlar. İstanbul'a gittiğimde yerlerinde fotoğraflarını da çekeceğim tabii. Ya da durun bakalım, Esra hemşireyi arayıp "Fotoğraflarını çekip bana yollayın" da diyebilirim ama onca işin arasında yapabilirler mi bilemiyorum. O yüzden gerçek yerlerinde görmek için biraz beklememiz gerekebilir.
Yarın LÖSEV'i arayıp, hesaba gelen paranın onlara ulaşmasını sağlayacağım.
İstikbal Mobilya bir indirim de yaptı bize arkadaşlar, onu da eklemem lazım. Bir de aşağıda gördüğünüz özel kemoterapi koltuğunu Faysal Gökgöz'le birlikte Mone Medikal A.Ş.'den Hayri Şamlı bey bağışladılar. Yukarıdakini de isimsiz meleğimiz aldı bize.
Dans edesim var...

İşte İstikbal Mobilya'ya paranın yattığına dair dekont arkadaşlar. Yani bu iş gerçek :) Koltuklar hafta sonuna kadar hastaneye teslim edilecekmiş. Gereken yerlerle konuşuldu ve adresler, telefonlar verildi. Diğer özel kemoterapi koltuğu da muhtemelen hafta sonuna kadar gider. Evet arkadaşlar, bu blog işi gerçekten büyülü bir işmiş... Bunu bizzat kendisi de bir blog yazarı olan meleğimiz söylüyor. İnşallah kalan son iki kemoterapimi çok daha rahat koşullarda olacağım. Sizlerin emekleri sayesinde oraya gelen bütün hastalar da artık çok çok rahat edecekler. Gittiğimde mutlaka fotoğraf çekip sizlerle paylaşacağım.

Ay çok mutluyum ya... Bugün muhtemelen bir sürü iyi hücre dolaşıma girmiştir vücudumda...

MELEKLER GELDİ

Sevgili Dostlar,

Gösterdiğiniz ilgi sabah beri annemle beni hüngür hüngür ağlatıyor :)
Ancak birdenbire bir melek geldi ve dedi ki, "Ben size İstikbal Mobilya'dan 4 koltuk alıyorum ama ismimi yayım etmenizi istemiyorum."
Bir başka melek, Arşimedmedikal,
http://www.arsimed.com.tr/, Faysal Gökgöz adında, daha geldi ve dedi ki "Biz de size özel kemoterapi koltuğu bağışlıyoruz". Bu özel kemoterapi koltuklarının tanesi 5000 ytl arkadaşlar.
Böylece 4 koltuk ararken, oldu 5 koltuk, daha da olacak ama koyacak yerimiz yok :)
Banka hesabında da daha şimdiden 150 ytl oldu. LÖSEV'e bağışlayacağız artık.

Kampanyayı bitiriyoruz.
Bu inanılması zor bir şey, elim ayağım titriyor. Mutluluktan havalara uçuyorum.
Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Herkese ama herkese çok çok çok teşekkür ediyorum.
Özellikle de sana Eda'cım ve asortikkrep'e. Siz olmasaydınız bu iş olmazdı.
Ve tabii isimsiz meleğimize, Faysal Bey'e. Kaç hastanın hayır duasını alacaksınız kimbilir.
Kendi adıma, bütün hastalar adına binlerce teşekkürler.
Hepinizi seviyorum.

04 Eylül 2007

HAYDİ BAKALIM

Sevgili Dostlar,

Sevgili Eda’yla yaptığımız yazışmalar ve gelen yorumlar sonucunda kampanya hesabıyla ilgili bir karar verdim.
Şimdi, takip edenler bilir sevgili arkadaşımız ve bu kampanyanın öncü ayağı asortikkrep yeğeninin sünneti için Çanakkale’ye gitti ve bir hafta kadar orada kalacak. O yüzden bir üçüncü insan bulup resmi kampanya hesabı açtırma işi çok uzayacak. O döndükten sonra da bunun hesabıydı, kaymakamlığıydı bir hafta daha geçecek. Bense işin ateşi sönmeden bir şeyler yapmak istiyorum bu konuda.
O yüzden sizlere kendi banka hesabımı vermek istiyorum. Emin olun ki, göndereceğiniz her kuruşun hesabını gün gün bu siteden vereceğim. Zaten kendi adıma olduğu için ve Türkiye sınırları içinde bu isimde benden başka bir kişi bulunmadığından, bir kuşku anında, beni elinizle koymuş gibi bulma şansına sahipsiniz. Muhtarlığa filan kaydım var yani :) Ayrıca yine asortik’le şahsen tanıştığımızı ve oturduğum yeri, telefonumu bildiğini de ekleyeyim. Bunları bir güven sorunu olmasın diye yazıyorum. Güven sorunu olması çok normaldir, bundan hiçbir şekilde alınıp küsmeyeceğimi de eklemek istiyorum tabii. Bir de tabii 10 kemoterapiden sonra bir yere kaçacak halim de pek yok :)

Zaten o koltuklar gelir de üstlerinde bir fotoğraf çektirmezsem valla gözüm açık giderim.
Ben 17 Eylül Pazartesi günü İstanbul’a gideceğim, 18 Eylül’de 11. kemoterapim var. O güne kadar para toplanabilirse ve koltukları İstanbul’da alma şansına sahip olursak ne kadar sevineceğimi, mutlu olacağımı varın siz tahmin edin. Eğer koltuklar için bir indirim alıp, para arttırabilirsek onu da Lösemili Çocuklar Vakfı’na bağışlarız diye düşünüyorum. Eğer en ucuzundan alırsak ihtiyacımız olan para 2000 ytl civarında. Hani olur da daha çok para toplanabilirse, İstikbal’deki pahalı olanlarından da alabiliriz diye düşünüyorum. Ben hesap numaramı üye olduğum çeşitli mail gruplarına da yollayacağım. Oralardan da bir şeyler çıkar diye umuyorum.
Ama eğer derseniz ki, biz senin hesabına para yollamayız, açın resmi bir kampanya hesabı, ona da varım. Ama onun için biraz daha beklememiz gerekecek.
Hepinize tekrar çok teşekkür ediyorum.

Ayrıca bana mail de atabilirsiniz: devinkuzu@yahoo.com

Hesap No: Devin Kuzu, Oyakbank Muğla/Fethiye Şubesi 3879622-MT-1

SON DURUM

Sevgili Dostlar,

Herşeyden önce ilginiz için çok teşekkürler. Gelen yorumların hemen hepsi bir hesap açılıp orada para toplanması yönünde olduğu için durumu araştırdım.
Şimdi, bu işin iki yolu var, birincisi YASAL KAMPANYA, bu da şöyle oluyor, üç kişi birleşip bir bankaya gidiyor, orada bir ortak hesap açılıyor, hesap açıldıktan sonra kaymakamlığa gidiliyor ve deniliyor ki "Biz 3 aylık (bu 3 ay sözün gelişi, 2 ay, 6 ay, 1 yıl filan da olabiliyor) bir kampanya yapıyoruz, ve de hesap açtık, bilginize sunarız", kaymakamlık da bu kampanyayı onaylıyor. Ancak bunun şöyle bir sorunu var, mesela 3 ay bir gün sonra hesabı kapatırsanız hakkınızda mahkeme filan açılabiliyor. Ancak tabii yasal olması ve kaymakamlık tarafından izleniyor olması artısı. Biz burada 3 kişi biraraya gelip bu işi yapabiliriz diye düşünüyorum. Mesela biri asortikkrep olabilir, biri ben olabilirim, biri de güvendiğimiz bir arkadaş olur diye düşünüyorum.
Bir de işin yasal olmayan, GÜVEN ÜZERİNE kurulu yolu var. Mesela benim ya da başka birinin kişisel hesabına para yollanabilir, bu kişi de toplanan paraların gün gün hesabını verebilir filan. Ancak, bu da içinde çeşitli sorunlar barındırıyor. Herşeyden önemlisi güven sorunu ve içinde yaşadığımız dünyada da insanlar birbirlerine güvenmemekte sonuna kadar haklılar diye düşünüyorum. Şimdi sizlerden gelecek önerilere göre hareket edeceğim. Ya bunu yasal bir kampanyaya dönüştürüp öyle halledeceğiz, ya da güven üzerine hareket edeceğiz. Ne dersiniz? Ben yasal bir kampanya açmanın daha doğru olacağını düşünüyorum açıkcası, böylece kimsenin başı ağrımaz, kimse de kuruntuya kapılmaz. Sonuçta birbirini internet üzerinden tanıyan insanlardan böyle bir talebimiz olacak. Ben güvenip gönderir miydim bilemiyorum açıkcası.
İlgilenen herkese çok teşekkür ediyorum.


View My Stats