30 Ekim 2006

"Biliyor musun, biz hiçbir zaman istediğimiz anlamda özgür olamayacağız" diye yazmışım bir mektubumda, bunu yazdığımda yalnızca 19 yaşındaymışım. Bugün 44 yaşındayım ve geçen zaman ne yazıktır ki beni doğrulamış bulunuyor.

29 Ekim 2006


Çok sevgili Biber ve Minnoş, sizi Akyaka'da bırakmak zorunda kaldığım için çok ama çok üzgünüm. İnanın alabilseydim sizi de alırdım yanıma. Ama Erol'un sizi bizi sevdiğinden daha çok sevdiğine ve bize baktığından çok daha iyi baktığına (sizin için alınan pahalı mamalara laf etmeyeceğine mesela) çok emin olduğum için içim de rahat bir yandan. Rahat olmasına rahat da eksikliğinizi hep hissedeceğim...
Bugün buraya bir şiir yazasım geldi ama ne şiir yazacağımı bilemedim. Cumartesi bayramı biralarını içiyorum, (Cumartesi bayramı şöyle oluyor: Kendime haftada bir bira içme izni verdim, bu da Cumartesi günleri oluyor, altı tane bira alıyorum, ikisini ablam içiyor, dördünü ben) Perşembe gecesinden beri de uyumadım. Tipik kortizon sonrası uykusuzluk krizi işte ama bu defa biraz abardı, hala uyumadım. İlacı bayağı yavaş verdiler ondan mı acaba? Hemşire de abarmıştı, böyle lacivert önlükler, yüzde maskeler, elde eldivenler filan. Cerrahpaşa'da bilem böyle hemşire görmemiştim yani. Ama kanserli hastanın yanına (mikrop bulaştırmayın diye hani) böyle giriniz diye bir genelge varsa, kadın onu uyguluyordu muhtemelen, ama yanıma her geldiğinde bir aparat eksikti. Önce önlük çıktı, sonra maske, sonra eldiven. Annem salonda yattığı ve salonla mutfak içiçe olduğu için, onu uyandırmayayım diye mutfak işleri de yapamıyorum, aslında yapabilirim ama yapmıyorum. İçimde bir hüzün, bir yalnızlık, bir tuhaflık, saçma sapan şeyler var. Hayata tutunmakta zorlanıyorum son zamanlarda. Neyse ki hücrelerim beni dinlemiyor.
Pati eşşek kadar oldu, abartmıyorum. Eve bir misafir geldiğinde, beni öperse filan derhal araya giriyor. Biraz daha büyüdüğünde yanıma kimseyi sokmayacak büyük ihtimalle. Bir erkekten görmeyi hayal ettiğim, sevgiyi ve bağlılığı bir köpekten görüyor olmak da biraz sinirimi bozuyor haliyle. Ulan nedir bu acayip hayal kırıklığı, bu kırgınlık, bu öfke, bu keder anlamıyorum. Hiç ummadığım, beklemediğim, istemediğim kadar yaralandım ya.
Neyse ne demiş Scarlett O'Hara (ki kendisi Güneyli bir dilberdir ama severim haspayı) "Yarın yeni bir gündür", bir de Mevlana var, peki o ne demiş:

"Her gün bir yerden bir yere göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım."

24 Ekim 2006

Şeker Bayramı mübarek olsun!

Burada bayram iyi oluyor, hiç değilse komşular kapımızı çalıyor, çoluk çocuk şeker toplamaya geliyor filan. Ben de kendimi yemek, börek ve kek yapmaya verdim yine bakalım. Annem de klasik yufkadan baklavasını yaptı. Bütün gün şeker ve çukulata atıştırıp film seyrettik. Bu arada da boncuklardan şahane bir abajur yaptım. Benden gören ablam da yapmaya başladı, böylece bütün evi boncuk avizelerle donatmaya ve bakıp bakıp kafayı yemeye karar verdik.
Deniz bayram paralarını topladığı gibi arkadaşlarıyla gezmeye gitti ve akşamın altıbuçuğuna kadar sokaklarda sürttü. Bakalım bir bayram klasiği olarak ne zaman şekerden zehirlenip hastaneyi boylayacak...
Ayın 26'sında yine ilaç günü ama tam bayram ertesine geliyor. Dr. Ömer birkaç gün gecikmenin bir zararı olmadığını söyledi. Muhtemelen bu cuma yine ilaçlanacağım, artık sıradan bir olay haline geldi şu herceptin de. Neyse, gelsin gelsin iyi oluyor böyle.
Kış yavaştan geliyor, havalar bayağı serinledi, yani gündüz yine tişörtle dolaşıyoruz da, geceler oldukça serin, serin dediğim de işte tişört üstü svetşörtle idare ediyoruz. Kışlık kömürü de depoladık neyse ki. Kasımın 15'i gibi başlarız akşamları yakmaya sobayı. Ben çok severim soba, geçen kış hiç keyfini süremedim ama bu kış yaparım artık soba yanı keyiflerimi. Kestane, mısır olaylarına gireriz yine, Denizle sıcacık yuvamızda oturur yeriz...
İşte böyle sevgili günlük, o bayram, bu yılbaşı derken günler geçiyor!

20 Ekim 2006

"zamanımızın gerçek bireyleri kitle kültürünün yarattığı kof, şişkin kişilikler değil, ele geçmemek ve ezilmemek için direnirken, acının ve alçalışın cehenneminden geçmiş fedailerdir. bu şarkısı söylenmemiş kahramanlar, başkalarının toplumsal süreç içinde bilinçsiz olarak hedef oldukları terörist imhaya bilinçli olarak hedef kılmışlardır kendi varlıklarını. toplama kamplarının bu adsız kurbanları, doğmaya çabalayan insanlığın simgeleridir." Horkheimer

Lütfi gideli tam 10 yıl oluyor bugün. Aslında ölüm günü 17 Ekim ama ben hem gömüldüğü gün olan, hem de evlenme yıldönümümüz olan 19 Ekim'de hatırlıyorum hep (işin garibi evliyken ikimiz de unuturduk evlilik yıldönümlerini). Bugün düşündüm de eğer yaşasaydı, tam 22 yıllık evli olacaktık. Ne de olsa bir ayrılık yaşamıştık, ne de olsa bana "Gel barışalım, aradım taradım senin gibisini bulamadım" demişti, ne de olsa ben ona "Dünyada üç milyar kadar kadın var, biraz daha ara belki bulursun" demiş olmama rağmen, naz yaptığımı, eninde sonunda barışacağımı bilirken... Onbeş gün sonra "Bu beni aramadı, dur ben arayayım bari" diye düşünürken, çekti gitti işte ve şu yaşadığım on sene bana şunu söyledi ki, hatalarının bedelini en ağır ödeyen de o oldu bütün tanıdığım ve ortak tanıdığımız insanlar arasında. Bu sabah buraya koymak için fotoğrafını taratacaktım sözde, kapıdan çıkarken unuttum. Sonra unuttuğum için utandım, sonra İrfan'ı ve Hüseyin'i aradım, onlarda da yokmuş. İrfan bana "Onunla sohbet eder gibi söylersin, işte unuttum anasını satayım" dersin dedi, zaten böyle yıldönümlerini filan da pek dert etmezdi. Ben de fotoğraf yerine, onun çok sevdiği bu alıntıyı koydum. Son zamanlarda (aslında başından beri galiba) onu götürüp köye gömdükleri için de kızıyorum. Köyde mezarına bir giden olmuyordur, yalnız kaldı diye sinir yapıyorum biraz. Hani insan arada bir gitmek istiyor, bir çiçek götürmek, bir tas su dökmek istiyor...
Onu sevmekten ve özlemekten hiç vazgeçmedim ve ölene kadar da vazgeçmeyeceğim muhtemelen.
Bu arada şunu öğrendim ki, kadınlar ölüp de cennete gittiklerinde ilk kocalarına (yani işin özü bekaretlerini verdikleri insan oluyor) huri oluyorlarmış. Hani Türk filmlerinde söylerler ya "Ölünce kavuşacağız" diye, meğer altında yatan buymuş. Tabii ben müthiş din bilgimle bunlardan bihaber yaşıyordum. Öldüğüm zaman Lütfi'ye huri olacakmışım meğer. Eh! bu da bir şeydir bir yerde...

Bugün takı kursuna başladım ve bir kolye yaptım, pek bir şeye benzemedi ama başlangıç için fena değil. Bir sürü boncuk aldım ama boncuk satan adamın çenesi acayip düşük, çok sıkıldım kendisinden, eğer başka bir boncukçu varsa ona gideceğim, böyle çenesi düşük adamları hiç sevmem çünkü. Vır vır vır bir sürü laf ediyor ve insanı oraya geldiğine geleceğine pişman ediyor valla. Bir sürü kadın var kursa gelen, oturup dedikodu ediyoruz, vakit geçiyor işte. Ben kendim gayet toplumcu bir insan olduğum için entel dantel kurslara rağbet etmeyip, Halk Eğitim'in kursuna yazıldım. Bir de kültür merkezinde piyano dersleri vermeye başlamışlar, hep piyano çalmak istemişimdir hayatta ama kimbilir kaç paradır, yarın bir soracağım bakalım. Bir de piyano derslerine gidersem artık tam olacak yani. Abim de seramik yapmam için çamur ve alet edevat yollayacak, böylece kompile bir sanatçı olma yolunda hızla ilerleyeceğim bir yerde.
Deniz bugün kadir gecesi diye oruç tutmuş. Akşam ona iftar sofrası kurduk, gayet iradeli bir şekilde bozmamış da orucunu, son dakikalarda bayağı zorlandı ama becerdi valla. Artık pek bir adam gibi orucunu açtı, biraz su içti, bir zeytin yedi, çorba içti, yemek yedikten sonra da üzerine bir ağırlık çöktü! Onun bu gibi itikatlarına ve inançlarına hiç karışmıyorum, kendi bildiği ve istediği gibi yaşasın bu konuda. Ben de onun yaşlarındayken hep oruç tutmak isterdim ama hiç beceremezdim. Oruç olduğumu unutur su içerdim, sonra da "Allahım noolur günah yazma" diye bir sürü dua ederdim.
Bayram da geliyor ama, bayram gelmiş neyime!

18 Ekim 2006

Hayırlı haber! Tomografi sonuçları iyi geldi ve doktor "hemen hemen normal" bir karaciğere sahip olduğumu bildirdi. Hatta daha sonra ultrasonla da baktı ve eğer tomografi çekilmese tümörlerin ultrasonda görülmeyecek kadar küçük olduklarını söyledi. Bir altı ay daha yırtmış durumdayız yani... Bakalım ne zaman son derece normal bir karaciğere sahip olabileceğim. Dün bir dolu maceradan sonra en nihayet tomografiyi çektirebildim, devlet hastanesinin tomografi cihazı dört yıldır ilk defa arıza yapmış bu tabii ki bana denk geldi ve henüz hastaneye geleli ve uzman olalı 10 gün olmuş bir yarım akıllı doktor bana "ben sizin yerinizde olsam dinamik tomografi çektirmek için İstanbul'a giderdim" şeklinde bir tavsiyede bulundu. Bu arada dinamik tomografinin ne olduğunu da ondan başka hiçbir doktor bilmiyor tabii, çünkü öyle bir şey yok muhtemelen. Neyse, ben de gittim Leton hastanesinde çektirdim, sigortayla anlaşmaları olmuş en nihayet, tabii 170 lira gibi bir para verdim ama artık bir gün daha bekleyecek sabrım ve mecalim kalmamıştı. Bir de 1.5 litrelik ilaçlı suyu içmiş olmanın da bunda büyük etkisi oldu haliyle. Sonuç itibariyle Herceptin'e devam... Yaşasın tıp diyorum başka bir şey demiyorum... Sevgili arkadaşım Selma beni arayarak sen bu kanserin ta g......'e koyacaksın valla dedi, meselinin özü de budur sevgili okurlarım, öyle çiçekti, böcekti, kelebekti, hümanizmaydı filan demeyeceksin ve ta g.....'e koyacaksın. Eh bana da bu yakışır bir yerde...
Fethiye'yi üç gündür sel götürüyor. Okulları öğleden sonra tatil edecek kadar yağmur yağıyor. Ama ben seviyorum bu havaları. Telefon bağlandı ama adsl'ye başvuramadık yağmurdan, 146 şehiriçi tarife olmuş, oradan bağlanıyorum internete ama acayip yavaş, neyse buna da şükür.
İşte böyle sevgili günlük, kemik iliği ve karaciğer direnişimiz sürüyor Allahın' izniyle...

16 Ekim 2006

Bugün Pazartesi'dir, siteyi güncelleme vaktidir deyu, kalktım geldim cafe'ye. Telefon bağlanamama konusunda bir rekora imza atmak üzereler Fethiye Telekom olarak hayırlısı bakalım. Manyak köpeğim Pati, bütün yol boyunca arkamdan gizli gizli gelmiş, hatta acaba beni takip ediyor mu diyerekten sık sık arkama bakmama rağmen, kendisini göstermemiş ama Günlükbaşı'na döndüğümüzde bir bahçedeki ördek ve kazlara dayanamayarak kendisini iyot gibi açığa çıkarmış bulunmaktadır. Yolda bulduğum bir iple bağladım şimdi yanımda yatıyor deli köpek. Zaten nereye gitsem arkamda, Denizi kucağıma almaya göreyim pat kucağımda. Ben aslında en çok kedileri severim ama köpeğin sevgisi, seninle kurduğu iletişim de bir başkaymış. Öldüğümde Deniz ne olacak diye düşünürken şimdi bir de Pati ne olacak diye düşünüyorum, valla billa deli miyim neyim.
Mahut takı kursuna da yazıldım ama geçen hafta gidemedim, evde çalışan kadın üç gün yoktu, evde yemek yapma işi bana düştü o bakımdan. Bakalım bu Çarşamba başlayacağım. Abim de bana 500 kilo çamur gönderecekmiş, bütün kış evde çamurla oynayacağım anlaşılan. Günler yeknesak geçip gidiyor. Aradığım huzuru ve dinginliği sonunda yakaladım galiba, sıkılıp da bozmazsam en iyisi. Evde ses yok, kavga yok, gürültü yok, suçluluk duygularıyla kıvranmak yok, durup durup oh çekiyorum zaten. Bir de şu tomografi sonuçları iyi gelirse gayet hoş olacak durumlar. Bakalım yarın sabah 7'den itibaren 1.5 litre ilaçlı su içeceğim, bu tomografi olayının en tatsız tarafı da bu. Neyse o da gelir o da geçer sonuç itibariyle. İşte sevgili günlük, bugünlük bu kadar olsun.

10 Ekim 2006

Bugün sözde tomografi çektirecektim! Suyumu alıp gittim ve hastanedeki suratsız görevli, ilacı 3 saat önceden içmem gerektiğini bugün söyledi bana. Neyse, haftaya salı gününe tekrar randevu aldık. Biraz sinirim bozuldu haliyle, kendimi hazırlamıştım bir sürü. Artık yapacak bir şey yok deyip, döndük geri ablamla.
İçimde bir sıkıntı var son günlerde, muhtemelen kontrol vaktinin gelmiş olmasından dolayıdır. Takke düşecek kel görünecek tekrardan. Bir şey çıkacağını sanmıyorum ama belli olmuyor ki bu meret. En kötüsü de o, iyileşip iyileşmediğini bilemiyorsun bir türlü. Ya ölüyorsun, ya da ne olacağından habersiz bir şekilde yaşıyorsun. Benim de hayatta en tahammül edemediğim şey belirsizliktir. Hoş, Ursula ablam (Ursula K. Le Guinn), "Hayatı mümkün kılan şey belirsizliktir" demiş ama kendisiyle aynı fikirde olamadım bir türlü. O zaten tek gerçek yolculuğun geri dönüş olduğunu da söyler aslına bakarsan. Böyle bir karamsarım işte. İç dünyama yolculuk mu yapsam ne yapsam! Keşke biraz mistik bir insan olsaydım, böyle reikiydi, yogaydı, zendi takılır kendimi kandırırdım. Bu kadar gerçekçi olmak iyi değil yahu.
Karamsarlığımda son günlerde yaşadığım şeylerin de etkisi var tabii. Ne kadar şanssız bir insanım ben. Bu artık resmen tescillenmiş oldu. Şans mans yok bende. Kendi salaklığım da var tabii ama, ben insanların bu kadar kötü yürekli ve şerefsiz olabileceklerini düşünemiyorum bir türlü işte. Yani düşünüyorum da, böyle insanların benim başıma gelebileceğine ihtimal veremiyorum. Hadi sağlıklıyken gelse bu kadar da öfkelenmezdim ama bir insanın hastalığından hele ki kanser gibi bir hastalıktan çıkar sağlamak en şerefsiz insanın bile aklına gelmez yahu! Neyle karşı karşıya olduğumu anlayana kadar epey bir soyuldum yani. Neyse ne demişler göte giren şemsiye açılmaz!
Bugün Halk Eğitim Merkezi'ni aradım ve takı tasarımı kursuna gitmeye karar verdim. Yarın gidip yazılacağım, ayda 40 liraymış. Belki, pasta, bisküvi yapımı kursuna da giderim. Bira içmeyi bıraktım nasılsa, biraya verdiğim parayı, kursa veririm bir işe yarar bari. Bir adet kurs kadıncığı olarak yaşayacağım anlaşılan. Ne yapayım, nakış işle, kitap oku, televizyon seyret, zaman geçmiyor bir türlü.
Havalar hala çok sıcak ve denize girilebilir. Ama bu yaz o kadar çok denize girdim ki, artık pek canım istemiyor, resmen üşeniyorum. Evim de çok güzel, balkonum yeşillikler içinde, insanın öyle güzel bir evi olunca, dışarı çıkmak da istemiyor hani yani.
İşte böyle sevgili günlük!

04 Ekim 2006

Yarın ilaç günü. Üç hafta dediğin geçiveriyor. Bakalım ilk defa Fethiye Devlet Hastanesi'nde ilaçlanacağım. Eczane işini de hallettim, yarın sabah ilaçlarımı alıp Dr. Mahmut Bey'in yanına gideceğim. Dedim ki, bana bir yatak, çünkü Avil'i yer yemez uyuyorum, o da hallederiz merak etme dedi. Bakalım, umarım herşey yolunda gider de başka yer aramak zorunda kalmam. Yalnız gideceğim, zaten uzun zamandır yalnız gidiyordum, yalnız gitmesem de odada yalnız oluyordum alışkınım artık yani. Hastane de yürüme mesafesinde zaten. Kafamda kocaman bir çıban çıktı, ne zaman çok sıkılsam oramda buramda pörtler zaten, neyse bu defa bacaklarımın arasında yani annemin deyimiyle "münasebetsiz bir yerimde" çıkmadı bari. Çok acıyor ve başımı ağrıtıyor o ayrı tabi. Neyse, patlayınca bir şeyi kalmaz. Haftaya ablam geliyor, üç ay kadar bizimle kalacak, onun gelmesine de çok seviniyorum. Böylece tekrardan voltranı oluşturabileceğiz. Gerçi ben ne baş ne kanat olabilirim, olsam olsam kıç tarafta yer alabilirim ama olsun.

03 Ekim 2006

Fethiye hala denize girilebilecek kadar sıcak. Her gün denize gitmeyi planlıyorum ama üşeniyorum. Onun yerine internet cafe'ye gelip oyalanıyorum. Daha telefon bağlanamadı eve. Bu telefon işi de bana iyi bir ders oldu. Hani Temel'e asılırken, son sözün nedir diye sormuşlar o da "Bu da bana bir ders olsun" demiş ya, benimkisi de o hesap. Neyse... İnsan çok yakından tanıdığı bir kaç kişinin dışında kimseye güvenmemeli artık bu ülkede ben bunu gördüm yani. Aklımdan çok temiz cinayet planları geçmiyor değil, o kadar Crime&Investigation'u boşa seyretmedik ama elimi kirletmeye değmez tabii ki. İnsan zaman zaman yenilgiyi de kabul etmeli, her ne kadar alışık olmasa da. Ama şerefsizlikle başa çıkmak her zaman zor olmuştur, hele benim gibi bir insan için. Ben başa çıkamadım işte.
Ayın onunda tomografi randevum var. Bakalım takke düşecek kel görünecek. Kan tahlillerim fena sayılmaz, biraz kanım düşük ama ilaç verilemeyecek kadar değil. Ama benim kan tablom hiç bozulmaz, mezarda kan alsınlar bütün değerler normal çıkmazsa ne olayım, yani pek güvenilmez. Neyse ayın 12'sinde filan belli olur durumlar.
Günler yeknesak geçip gidiyor, nakış işlemenin ve kitap okumanın dışında bir şey yapmıyorum. Evde herşey yolunda ve herkes huzurlu. Benim de biraz zamana ihtiyacım var, zaman bütün yaraları soğutuyor sonuç itibariyle. İşte böyle. Akyaka'dan bir tek seramik yapmayı özlüyorum. Bakalım belki burada halk eğitimin kurslarına giderim. Seramik yok ama takı kursu filan var. Oturur takı yaparım, herkesi takıya boğarım. Benden herkese seramik tabak hediyesi projesi yarım kaldı çünkü. Bir tek abim için yaptığım kedili tabak var elimde. Diğerlerini pişirirler mi, gönderirler mi bilemem.
Gözümü açtığım her günün kıymetini bilerek yaşamam lazım artık. Böyle saçmalıklarla uğraşmamam lazım, ben nezle değil kanser hastasıyım yahu. Moralimi yüksek tutmam lazım ehehe.

01 Ekim 2006

Balıkçılarımızın bol miktarda tutmuş olduğu palamut balığından almak için çarşıya geldim. Hazır gelmişken cafe'ye de gelip maillerime filan bakayım dedim. Telefon henüz bağlanmadı. Deniz bugün ilk defa kendi başına minibüse binerek dershaneye gitti, muhtemelen şu sıralarda da eve gelmiştir. Eh artık büyüdü ve bunları yapabilecek durumda çok şükür. Sabahtan akşama kadar Pati'yle oynamanın dışında bir şey yaptığım yok. Arada da çekirdek çıtlatıp kitap okuyorum, televizyon bile seyretmiyorum.
Dün gece rüyamda Yunus'u gördüm. Bu yaşananlarda beni en çok üzen o çocuğun durumu oldu zaten. Neyse, ne yapayım, elimden geleni yaptım ve kendimi rahat hissediyorum, şunu da yapsaydım, bunu da etseydim dediğim hiçbir şey bırakmadım geride.
Ünlü Türk düşünürleri Cenk ve Erdem Bey'lerin dediği gibi "Hayat ne tuhaf, vapurlar filan"...


View My Stats