28 Kasım 2006

Ekim, Kasım aylarından nefret eder oldum. Üç yıldır başıma ne geldiyse bu aylarda geliyor yahu. Şimdi de durup dururken İstanbul yolu gözüktü. Yarın sabah 9:10 uçağıyla uçuyorum. Kafamda çıkan saçma sapan bir şeyi Ömer'e göstermem gerekiyormuş. Of çok sıkıldım. Tam hayatımı bir yoluna koyuyorum, iyileştim diye seviniyorum filan, güm diye hadiii acaba yine kanser miyim şüphesi! Yeter yani...
Neyse, umarım bir daha yazdığımda iyi şeyler yazarım buraya. Bir de kafa ameliyatı geçirmek zorunda kalmam.
Saat 22:53 (edit)
Ya ben İstanbul'a gitmek istemiyorum, i s t e m i y o r u m... Hele kafamda çıkan saçma sapan bir çıban yüzünden gitmek hiç istemiyorum. Ben mutluyum, evimde mutluyum, Fethiye'de mutluyum, Halk Eğitim Merkezi'nin kurslarında mutluyum, m u t l u y u m. Ölmekten korkmuyorum, ölmek bir şey değil anasını satayım, ama tekrar kanser olmaktan ödüm patlıyor. Tedavisi çok ağır kardeşim, fena yani, çok fena. Tekrar tuvalette elimde kova bir yandan kusarken aynı zamanda da ishal ishal sıçmak istemiyorum (bunu yapmak zorunda kaldığım bir sürü zaman sık sık gülme krizi tutuyordu, şu halime bak diye ve o eski kocam olacak sersem insan da yatakta horul horul uyuyordu unutmam yani, gerçi kendisi ben bütün bunları yaşarken ve asla sesim çıkmazken, siberalem'den sevgili aradığıma ve nasıl etsem de kendime fırın aldırsam diye hesap yaptığıma inanmış bir zattır da aynı zamanda, o yüzden uyuması gayet normaldir).
Biraz zaman yahu, tek istediğim biraz zaman. Şu oğlan azıcık büyüsün, bu kadar da talihsiz olmasın be.

27 Kasım 2006

Sakin bir hafta sonu. İstanbul'dan gelen yeğenim Yağmur'la vakit geçiriyoruz. Dün gece bira üstü likör içerek bayağı kafa bulduk ve güldük. Bugün geç kalktım, yemek yap, bulaşık yıka, çay için poğaça yap vakit geçti, gece de hep beraber Sağır Oda'yı seyrettik. Bugün sağ bacağım ve dizim acayip ağrıdı,hala da ağrıyor. Yarın yağmur yağarsa hiç şaşırmayacağım. Uzun zamandır böyle ağrımamıştı yani. Bu gece uyumamayı düşünüyorum. Uyudum mu, sabah erken kalkamıyorum, halbuki günlerdir doktora gitmem gerekiyor, sabah kalkamadığım için gidemiyorum. Kafamda bir sürü çıban mıdır artık nedir bilmem şişlikler çıktı, gidip göstermem lazım. O yüzden uyumayayım da sabah gideyim bari, zaten sağlık karnem de hastanede, onu da almam lazım. Dün gece manyak köpek Pati'yi bağlamaya çalışırken, ters bir hareket yaptım, galiba yine kaburgam kırıldı, daha önce de kırılmıştı, aynı yerden gitti muhtemelen, bayağı acıyor çünkü. Gitmişken onu da söyleyeyim, hoş kaburga kırıklarına yapacak bir şey olmuyor.
Birazdan aşağı inip, kolyeydi küpeydi yaparak vakit geçiririm, bir de çay demlerim şöyle neşelisinden. Aralık gibi kermes düzenlemeyi düşünüyorlar, belki biraz satış yaparım, ama hazırlanmak lazım. Kurstaki hatunlar her gün bir kolye bitirip bir sürü şey yapıyorlar, ben onu mu yapsam, bunu mu yapsam, hımm dur bakim şöyle yapsam nasıl olur filan diye düşünerek daha 4 tane filan kolye yapabildim. Tasarım tasarım nereye kadar yani.
Arada çalışsam mı filan diye düşünüyorum ama ne iş yaparım bilmiyorum ki, artık saatler boyu bilgisayarın başında grafik kasamam gibi geliyor. Yayınevleri eskisi gibi çalışsalar dizgi yapardım kendimi sıkmadan ama artık dışarı dizgi işi veren yer yoktur muhtemelen. Çevirmenler direkt olarak bilgisayara yazıyorlar, yazarlar da ha keza öyle. Yayınevi'ne sayfa düzeni yapmak kalıyor yalnızca. Zaten artık hepsi kendi içinde hallediyor bu işleri. Belki şu takı işinden bir şeyler çıkartabilirim bakalım, acele etmemek lazım.
Günler geçiyor işte.

24 Kasım 2006

analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
sizi de bir ana doğurmadı mı?
analara kıymayın efendiler.
bulutlar adam öldürmesin.
koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
çocuklara kıymayın efendiler.
bulutlar adam öldürmesin.
gelinler aynada saçını tarar,
aynanın içinde birini arar.
elbet böyle sizi de aradılar.
gelinlere kıymayın efendiler.
bulutlar adam öldürmesin.
ihtiyarlıkta aklına insanın,
tatlı anıları gelmeli yalnız. yazıktır,
ihtiyarlara kıymayın, efendiler,
siz de ihtiyarsınız.
bulutlar adam öldürmesin.

(Nazım Hikmet)

23 Kasım 2006


Hayatımız Yunan tragedyalarına döndü, dedi, boğaz köprüsünden atlayan 19 yaşındaki kızını kaybeden arkadaşım Dilek, "Anlamıyorum, neden bunlar bize oluyor?" diye sordu. Ne yazılır ki? Ne söyleyebilirim ki? Kim suçlanır ki?...
Acılarla doğur, emzir, büyüt, gözünden sakın, hasta olacak diye ödün kopsun, geceler boyu uyuma, başında otur, okusun diye uğraş, büyüsün iyi bir hayatı olsun diye çalış, çabala, didin ve gitsin kendini atsın bir köprüden. Olacak şey değil, hiç değil. Olmadı Ceren, bunu yapmayacaktın annene...

Çok üzgünüm, çok...

22 Kasım 2006

Canım arkadaşım Selma ve kızı geldiler, iki gün kaldılar, hepimize neşe ve mutluluk verip gittiler. Nisan'da daha uzun bir programın planlarını yaptık inşallah.
Hava yağmurlu bugün, aman iyi yağsın, geçen kış damla yağmur yağmamıştı Fethiye'ye, yağmur seviyorum ben, çok soğuk olmayınca güzel oluyor. Deniz efendi, matematikten yerlerde sürünüyor. Kendisine bugün feci bir çalışma programı dayadım, haftada bir gün de özel ders aldırmaya karar verdim, böylece hafta sonu kurs, hafta içi günde üç saat kadar çalışma ve özel dersle de toparlayamazsa yapacak bir şey yok demektir. Büyüyor, büyüdükçe dertleri de artıyor valla billa. Ama, işim gücüm yok nasılsa, ensesinden inmeyeceğim.
Bu gece hep beraber otururken evi eski okul kitaplarında olan karınca yuvalarına benzettik, hani soba yanıyor, pantufla terliklerimiz filan falan. Baktım da benziyordu hani yani. Gerçi ben o alçak karıncaya çok sinir olurdum, zavallı Ağustos Böceği'ne bir tas çorba vermeyip, kapıdan kovduğu için. Acırdım hep Ağustos Böceği'ne, hala da karıncaları değil, Ağustos Böceklerini severim tabii. Ne olacağımız o zamandan belliymiş!

18 Kasım 2006

Kanser tedavimde bana büyük emekleri geçen, İstanbul'dan, sevgili Prof. Dr. Ömer Uzel'e, sevgili Uzm. Dr. Didem Hanıma, sevgili (uzman oldu mu bilmiyorum) Dr. Beyhan Hanıma, Cerrahpaşa Radyasyon Onkolojisi'nde adını bilmediğim ama her zaman güler yüzlü ve yardımcı bütün doktorlara, sevgili hemşirelerim, Safiye ve Döndü'ye ve adlarını bilmediğim ama her zaman güler yüzlü ve yardımcı bütün hemşirelere, yine adını unuttuğum ama yüzünü unutmadığım laboratuvar görevlisi hanıma, sevgili görevli Süleyman abi'ye ve adlarını bilmediğim ama her zaman iyi ve nazik davranan bütün görevli arkadaşlara, zemin katta radyoterapi yapan bütün herkese, sizlere ne kadar teşekkür etsem azdır. Bakmayın o asık suratlı, huysuz ve size her zaman kızan hastalara, ben sizleri çok seviyorum. Hepinizi çok özledim ve İstanbul'a geldiğimde sizleri mutlaka ama mutlaka ziyaret edeceğim.
Fethiye'den anneme ve bana yakın ilgisini hiç eksik etmeyen Uzm. Dr. Mahmut Karakoç'a da çok çok teşekkür ediyorum. Buradaki tedavimde de en büyük yardımcım kendisi.

Hiperim, aktifim ve de bacaklarım ağrıyor... Bundan da anlaşılacağı gibi bugün herceptine+dekort+avil üçlüsünü almış bulunuyorum. Yaklaşık 3 saattir, smile adsl'nin bütün müşteri temsilcileriyle kibar kibar kavga etmekle meşgulüm. Kablosuz modemleri evin alt katında bile çekmemekte çünkü. Zaten 3 hafta beklettiler beni modem bağlayacağız, hat açacağız diye... Halbuki, söyleselerdi, kardeşim biz öyle bir reklam yaptık ama reklam işte, bu kadar başvuru olacağını bilemedik, buna ne alt yapımız, ne elemanımız, ne de anlaşmış olduğumuz modem markası yetişemiyor, biz sizi bekleteceğiz üç hafta kadar, ama bakın ucunda bedava modem var, isterseniz bekleyin, isterseniz beklemeyin diye harbiden, ciğerimi yeseydiler. Ama bugün yarın, bugün yarın diye oyalanınca insan enayi addedilmeye kızıyor yani hani. Buradan Doğan Grubu'na sesleniyorum, bu kafayla Türk Telekomla nasıl rekabet etmeyi düşünüyorsunuz hiç bilmem valla. Çünkü ben, en kısa zamanda sözleşmemi iptal ettirip, Türk Telekom'a başvurmayı ciddi ciddi düşünüyorum. Evet adsl bağlandı filan ama böyle salak yerine konmaktan hiç hoşlanmadım. Neyse, burası Türkiye, tabii söz verdikleri modem markasının yerine de başka bir modem geldi. Bir de telefonda yalan söylüyorlar, efendim biz modem markası söylemedik diye. Sana yalancısın diyor yani sayın müşteri temsilcisi. Arıza kaydı aldılar ama, bu hızla, arıza için altı ay sonra ararlar bunlar. Bir de mail atmışlar, tarafınıza gönderilmiş olan modem'i Aralık ayında değiştirebilirsiniz başvurursanız diye, başvururum başvurmasına da, modem herhalde bir yılda değişir. Yarın bilgisayarcıyı arayayım da hallettireyim şunu. Bu smile adsl'ye feci gıcık kapmış durumdayım yani. Hayatta reklamlara kanmayan beni bile kandırdılar ama helal olsun ne diyeyim.
Birazdan aşağı inip çay içerek, takı yapacağım. Bu gece yine uyku yok çünkü bana. Bunu bir Dr. Ömer'le konuşsam, acaba kortizon almadan alamaz mıyım bu ilacı diye bir sorsam diyorum. Bir de asabiyet yapıyor sorma gitsin.
Bugün Deniz'in cep telefonuna gelen ilk aşk mesajını yakaladım (smile işareti) ve acayip eğlendik ablamla birlikte. Büyüdü sıpa da aşk mesajları geliyor kendisine hey Allahım...
Pazar günü canım arkadaşım Selma ve kızı geliyorlar iki günlük bir misafirliğe, çok mutluyum, sabırsızlıkla bekliyorum. Yarın kek, pasta, çörek yapma günü yani...
İşte böyle sevgili günlük! Aldığım anti depresanlardan olsa gerek, gerzekçe bir mutluluk halim de var. Belki iyileşmiş olmamın da bir etkisi vardır, bir de "ay ay hiçbir işe yaramayan, yararsız bir insan etti bu kanser beni, öf öf" şeklindeki düşüncelerden de yavaş yavaş arındırıyorum kendimi. Daha ne istiyorum işte be, ekmek elden, su gölden, boncuk ve boyamak için ahşap İstanbul'dan yaşıyorum...

15 Kasım 2006


Çok sevgili doktorum Prof. Dr. Ömer Uzel, dedi ki -tomografilerime baktıktan sonra- "Süper!", "Nasıl yani süper?" dedim, "Buna (tedaviye) tam cevap diyebiliriz" dedi, ben de "Yani bitti mi?" dedim, "Bitti" dedi... Herceptin bana ciddi bir sıkıntı vermediği sürece devam ediyor, şimdilik bir sıkıntı verdiği de yok, yani veriyor da sözünü etmeye değmez... Haydi bakalım, "Life is go on!"

14 Kasım 2006


Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.
Anlayamam kederimi,
Bir ateş yakar derimi,
İçim dar bulur yerimi,
Gönlüm dağlarda bunalır.
Ne kış, ne yazı isterim,
Ne bir dost yüzü isterim,
Hafif bir sızı isterim,
Ağrılar, sancılar gelir.
Yanıma düşer kollarım,
Görünmez olur yollarım,
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir...
Ne bir dost, ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli...
Beni sarar melankoli.


(Sabahattin Ali)

13 Kasım 2006

Ne yazayım sevgili günlük? Ablamın eşyaları bugün geldi ve bizim eski oturduğumuz eve yerleşti. Tam karşımızda olmasa da, balkondan baktığımda onun ışığını görecek olmak güzel. Son zamanlarda annemle yalnız kalmaktan korkar oldum çünkü. Gerçi, ablam ben seni yalnız bırakmamak için geldim dese de, ben annem için memnunum. En büyük korkum, gece bir şey olması ve benim onu bir yerlere yetiştirene kadar ölüp kalması. Sonunda yine bundan 5 yıl ve de kanserden önceki, duruma geldik, aynı yerde toplaştık, bakalım belki vardır bir hikmeti belli mi olur.
Uykularım çok bozuldu, hiç uyuyamaz oldum son günlerde, ben de yatmadan önce yarım zanaksı veriyorum bünyeye, bir güzel mışıl mışıl uyuyorum. Bu saatten sonra zanaks bağımlısı olsam ne olacak olmasam ne olacak hani yani. Gündüzleri de yarım sipraleksi atıyorum, oh mis gibi. Dünya yansa hasırım yanmayacak muhtemelen böyle giderse. Yalnız anti depresanlardan mı yoksa herceptinden mi bilmiyorum ciddi bir unutkanlık başladı. Aman onu da dert etmiyorum, unutkan bir insanım o kadar!

10 Kasım 2006

Ey kari! Sonunda şu hayatta kendime bir hedef tespit etmenin sevinci ve kıvancı içinde olduğumu seninle paylaşmak ne hoş...
Öğretmen olmaya karar verdim. Bugün öğrendim ki, Halk Eğitim Merkezi'nde 1200 saat kursu tamamlayan insanlar "Uzman Eğitimci" olaraktan öğretmen olma hakkı kazanıyorlarmış. Derhal gittim ve tahta boyama kursuna da yazıldım. Çünkü bu sene iki kursla 600 saat, seneye de iki kursla 600 saati doldurunca öğretmen olabileceğimi hesap ettim, müthiş matematik dehamla. Ve de öğretmen olarak köylere gidiyormuşsun ki, bunu duymak daha da hoşuma gitti. Yani gidip bir kaç kızın kafasını karıştırabilirsem ne mutlu bana... Böylece bu kurs meselesini daha ciddiye almaya ve de devamsızlık etmemeye de karar vermiş bulunuyorum tabii ve de yarın erken gideceğim, hocamız özellikle rica etti, 10 Kasım töreni yapacağız. Siyah giyineyim bari!
Yani yap bu kolyeleri, bilezikleri nereye kadar, satılacakları filan da yok sonuç olarak, bari bu kadar efor bir işe yarasın değil mi ama... Zaten ben sonuçta bir işe yaramayacak şeyleri öğrenip yapmaktan hiç hazetmem, illa bir yere varması lazım yaptıklarımın, niyeyse! Böylece ölmez sağ kalırsam -ki kalmaya fena halde niyetliyim- öğretmen olup o sertifikaları çerçeveletip duvarıma asacağım. Hayatta benim de bir sertifikam olsun, neyim eksik...
İşte böyle, artık uyuyacağım, malum yarın tören var!

07 Kasım 2006

Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün hatalarım
Öğünmem bu yüzden
Bu yüzden kendimi
Özel önemli zannetmem
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden
Bu yüzden hala kendime güvensizliğim
Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az
Yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengarenk
Geçici oyuncak zaferler
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden
Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden sonsuz endişem
Savunmam bu yüzden
Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem

05 Kasım 2006

Ablam dedi ki, ben "nobran" ve "nadan"mışım. Annem de dedi ki, nobran asık suratlı demek, nadan da kimseye pabuç bırakmayan demek. Asık suratlı olduğum doğrudur, ama aslında ben gayet neşeli, komik, hınzır bir hatundum o ayrı. Bir zamanlar aslında çok da eski değil, şurada iki ay önce - kendimi evli ve beni seviyor zannettiğim salak Erol bir gün bana "sen aslında çok tatlı bir hatunsun, ama" demişti, ona o "ama" ne demek oluyor demiştim bir cevap vermemişti. Sanırsam bütün mesele o "ama"da gizli. Acayip sinirliyim bu Erol denilen adama, bu kadar kandırılmayı içim kaldırmıyor bir türlü, bakalım nasıl unutacağım.
Kanser olmasaydım, bütün bunlar bana bir mesele olacak mıydı o ayrı tabii. Böyle ekstrem tenakuzlar içindeyim sevgili günlük!
Acaba, hakikaten ablamın dediği gibi "ay sonu kirayı nasıl ödiycem" derdinde olmamak mı ve kafamı çalıştırmamak mı bütün mesele! Yani haftada bir yazı yazsam ve bu yazı bir yerlerde yayınlansa bütün sorunlar çözülecek mi? Ne sorun var onu da bilmiyorum, karnım doyuyor, evim sıcak, oğlum mutlu, annem iyi, menapozdan beridir de bi seks sorunum filan da yok...
Bugün sobayı kurduk, akşam da yaktık. Hacer geldi, bira içtik. Şimdi bir bira daha olsa iyi olacaktı ama yok... Ben de likörlü kahveyle idare ediyorum. Aslında canım evde bütün uyuyanları uyandırmak istiyor ama yazık.
Geçen gün dedim ki, "yav ben rüyamda sıran sıran eski sevgililerimi görüyorum nedendir acaba", hakkaten de, bir gece Muzafferi (doktor olan), sonra da Bülent'i (piskopat olan) gördüm, Freud Jale patlattı haberi "eh dedi onlara veda ediyorsun herhalde", ablam ve ben tip tip suratına bakınca da bağırmaya başladı "ne biçim soru bu, böyle şey mi söylenir" diye, sonra da "şu çınar ağacı da amma büyümüş" diye lafı karıştırmaya çalıştı ama boşuna. Çoktan telefona sarıldık ve herkese söyledik... Dün gece de babamı gördüm ama artık söylemedim, muhtemelen "baban seni yanına çağırıyor" derdi manyak Jale...

04 Kasım 2006


Hava bayağı soğudu, yani soğudu dediysem, tişört değil ince kazak giymeye başladık, daha monta, kabana geçmediğimiz gibi, ısınmak için de herhangi bir şey yakıyor değiliz ama soğuk işte. Bugün bütün gün yağmur yağdı, bu kış yağmurlu geçecek anlaşılan. Nem artınca benim ağrılar da artıyor, keyfim kaçıyor. Öyle bir can sıkıntısı ve ne yapacağını bilememe halindeyim son zamanlarda. Son bir senem her allahın günü kavga gürültüyle geçti, şimdi boşluğa düştüm muhtemelen ondandır.
Sonunda oturup ben de kitap yazacağım anlaşılan, durum onu gösteriyor. Hani yazsam "hayatım roman" valla billa. Ama buraya bile yazacak şeyi zor zahmet bulan bir insan nasıl roman yazacak o da ayrı bir mesele tabii. Bu kadar sıradan bir hayat sürmek de iyi bir şey değil, biraz marjinal mi takılsam ne yapsam. Mesela Katmandu'ya filan gidebilirim, "Ay, valla bir kanser hastası olaraktan hayattaki son arzum Katmandu'ya gitmek, Hindistan'da hayatın anlamını aramak, Budizmin sırlarını çözmek, Ezoterizmin derinliklerine inmek" filan desem belki bir gönderen çıkar. Şu hayatın anlamı da niye hep yok Hindistan'ın tepeleri, yok Çin'in en dağlık ve sapa bölgeleri gibi böyle manasız yerlerdedir de, Paris'te efendime söyleyeyim Floransa'da, Copacabana Plajı'nda filan değildir anlayan beri gelsin. Yok anacım, yok ben en iyisi marjinal kolyeler, küpeler yapayım, belki satarım da bir işe yarar!

03 Kasım 2006

Bakalım, erken yatarım erken kalkarım, bir yumurtayı sütle çarparım projesini hayata geçirebilecek miyim. Ancak öğleden sonra yataktan kalkmaktan sıkıldım, günü kaçırıyorum, kursu kaçırıyorum, halbuki gayet hoşuma gidiyor kursa gitmek, bir sürü hatun var e haliyle bir sürü dedikodu da oluyor. Çan çan çene yapmak iyi oluyor. İlaçlandım ve uykumun gelmesini bekliyorum, umarım gelir hani yani.
Günler tüm yeknesaklığıyla geçip gidiyor sevgili günlük, takı üretimi dışında hayatı filan üretmekle uğraşmıyorum. Yarın erken kalkabilirsem, Günlükbaşı'na elektrikçiye gidip, boncuk avizemi yaptırmaya çalışacağım, bakalım yapabilecekler mi? Eğer yapabilirlerse çünkü gayet güzel bir şey olacak, tabii düşündüğüm gibi olabilirse.
Uykum geldi galiba... Hoşçakal sevgili günlük!

01 Kasım 2006

Başka türlü birşey benim istediğim
Ne ağaca benzer ne de buluta
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz havası ayrı hava
Nerde gördüklerim nerde o beklediğim
Rengi başka tadı başka
Bir başka yolculuk dalından düşmek yere
Yaşadığımdan uzun
Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
Ağacın yüksekliğince dalın yüksekliğince rüzgarda
Ve bir yeni ömür vardiğin çimen yeşilliğince
Başka türlü birşey benim istediğim
Ne ağaca benzer ne de buluta
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz havası ayrı hava
Nerde gördüklerim nerde o beklediğim
Rengi başka tadı başka

Can Yücel


View My Stats