30 Haziran 2006

Sevdiğim Kitaplar Top 10

1. Uğultulu Tepeler - Charlotte Bronte
2. Beyaz Diş - Jack London
3. Karanlığın Sol Eli - Ursula K. Le Guinn
4. Solaris - Stanislav Lem
5. On Küçük Zenci - Agatha Christie
6. İskenderiye Dörtlüsü - Lawrence Durrel
7. Gelinlik Kız - Kerime Nadir
8. Sessiz Ev - Orhan Pamuk
9. Esir Şehrin İnsanları - Kemal Tahir
10. Öp ve Öldür - Mike Hammer

Kuduz Olursam Isırılacaklar Top 10

1. Kenan Evren
2. Rahşan Ecevit
3. Esra Ceyhan
4. Mehmet Ali Erbil
5. Süleyman Demirel
6. Kaynana Semra
7. Sinan Çetin
8. Osman Durmuş
9. Perihan Mağden
10. Ümit Aktan

27 Haziran 2006



Annem ve babamla yaptığımız bir Rumeli Hisarı gezisinden. Hiç unutmadığım bir gündür. Üzerimdeki giysilerin renklerini bile hatırlarım, içimdeki kazak kırmızıydı, üzerimdeki kadife mont ise yeşil. Saçlarım her zamanki gibi tarak tanımaz bir dağınıklık içinde, ne yaparsam yapayım o şekilde dağılırdı saçlarım -hala da öyledir. Güzel güneşli bir gündü, ablam ve abim olmadan, sadece bana özel düzenlenmiş bir gezi olduğu için çok mutlu olmuştum. Annem yine ne kadar güzel. Şimdi ona bakıyorum da, eğer onun yaşına kadar yaşarsam ki bu pek mümkün görünmüyor, aynı onun tipinde bir insan olacağım muhtemelen.

Taş boyama tablo çalışmalarım son hızıyla devam ediyor. Bir tanesini çerçeveye verdim, ama çok fiyat çekti, 15 lira. Yani bunun bir ucuzunu bulamazsam bu hobi bana bayağı pahalıya patlayacak demektir. Sergi açma fikri de gitgide aklıma yatıyor, ama iyice bir olgunlaşmak lazım tabii, bakalım... Bugünlerde sadece televizyonda dizi izleyerek ve taş boyayarak hayatımı sürdürüyorum. Belim pek iyi değil, Ömer yatak istirahati verdi ama yatınca canım sıkılıyor çok. Ben de kah oturup taş boyuyorum, kah yatıp TV izliyorum. O kadar çok polisiye dizi seyrediyorum ki, yakında kusursuz bir cinayet işleyebilecek kıvama geleceğim hani yani. Bugün yağmur yağdı, nem de çok fazlaydı, hava 28 dereceye kadar düşmüş, bizim standartlara göre bayağı serindi yani.

26 Haziran 2006


Adını funda oteli koy
Aklından gelip geçen bir yazın
Ve akşam güneşlerinde orda burda
Bir deniz kıyısında, eski bir yıkıntıda
İnce ince gezinen turuncu adamların.

Adını funda oteli koy
Sevdamızın da adını
Ayakları dibinde gün batımının.
Ve ağzında binlerce güneşin tadı
Dilinin ucunda yalnızca kendi adın.
Çünkü sevdikçe beni sen kendini tanıdın.

Edip Cansever

23 Haziran 2006


Antalya hatırası, üstte kaldığımız otelin havuzu. Otel fena değildi ama yıldızlarından ikisini geri almak lazım gelen bir oteldi. Aslında gecesi 65 liraya beş yıldızlı otel olmaz tabii. Neyse, oda ve yemekler fena değildi, havuz da temizdi. Bir iki kere havuza girerek bir yasak çiğnedim ama denize girmek mümkün değildi. Otel bir uçurumun üstüne inşa edilmiş ve denize asansörle iniliyor. İyi güzel iniliyor da, denize girmek benim için mümkün olmadı, çünkü denize inen merdiven benim kullanamayacağım kadar dik ve inceydi. Böylece hiç adetim olmadığı üzere havuz sefası yapmak zorunda kaldım. Antalya çok manasız ve cidden çirkin bir şehir olmuş, her yere koca koca ve biçimsiz apartmanlar dikmişler, tipik Türk zevksizliği yani. Bir de tabii çok sıcak, yani Fethiye'de çok sıcak ama o kadar nem yok, Antalya'da nefes almak mümkün değil, hava değil su buharı soluyor insan.
Salı sabahı saat 7:30'da Antalya Akdeniz Ün. Tıp Fakültesi Hastanesi'ne vardık ve akşam 14:30'da hastaneden çıktık. Çok kalabalık olmamasına rağmen oldukça ağır işleyen bir yapısı var, neyse doktor beni gördü veee bütün tetkikleri yeniden istedi, yok tomografiydi, yok sintigrafiydi. Uzun lafın kısası, bütün herşeye sıfırdan başlamak benim çok gözümü korkuttu ve rotamı tekrar İstanbul'a çevirdim. Bugün Ömer'i aradım ve Antalya'dan aldığım ilaç raporunun İstanbul'da da geçerli olduğunu öğrendik birlikte. Sağolsun Süleyman abi (Cerrahpaşa'da hastanenin görevlisi) gitmiş ve eczaneyle konuşmuş. Raporum iki yıllık, iki yıla kadar da kim öle kim kala zaten. Yahu benim daha üç hafta önce bel ve boyun grafim çekildi, tomografimin yenilenmesine daha iki ayım var ve sintigrafi çektirmek için de zaten dört ayım var. Bütün bunları yapmak için insana radyoaktif birtakım ilaçlar zerkediyorlar, üst üste almak istemiyorum sonuç itibariyle. Bir de tabii Cerrahpaşa'da gördüğüm prenses muamelesinden sonra sıradan hasta olmak da hiç hoşuma gitmedi ne yalan söyleyeyim. Kemoterapi'ye girecekken, tam bir saat dosya beklemek de cabası oldu. Suratsız hemşireler de sen bekleme, dosyan gelene kadar biz yaparız kemoterapini demediler yani. Ben yine giderim sevgili doktorlarımın ve sevgili hemşirelerimin yanına, rahat ederim. Doktorumu ve hastanemi seçmek bir yerde hakkımdır diye düşünüyorum neticede.
Bugün uzun zamandır olmadığı kadar belim ağrıyor. Yaptığım araba yolculuğunun etkisiyle muhtemelen. Hemen telefona sarıldım ve "belim ağrıyooo" diye ağladım Ömer'e, o da haliyle "yormuşsundur kendini, yat dinlen" dedi. Ben de yemeğimi yatağıma getirttim valla. Yunus, yaz tatilinin ilk bir haftasını geçirmek üzere geldi bugün, sonra annesine gidecek. Bütün yaz bir hafta orada, bir hafta bizde olacak. Bazen bu çocukları gördükçe "kardeşim madem boşanacaktınız ne diye çocuk yaparsınız" demek gelmiyor değil içimden, ya da "kardeşim madem çocuk yaptınız, ne diye boşandınız" demek de mümkün tabii. Bunu benim Erol'a söylemem biraz tuhaf kaçıyor ama söylüyorum bazen, çünkü gerçekten üzülüyorum. Bugün bir de oğlanları alıp sinemaya götürdüm X Men 3'ü seyrettik birlikte, ben tabii ağzımın suyu aka aka Hugh Jackman'ı seyrettim o ayrı! Yarın da denize gideriz artık. Bugün bir güneş şemsiyesi aldık, yarın belki Ölüdeniz'e gideriz hep beraber, şemsiye ve şezlong parası vermeden. Yunus Ölüdeniz'i görmemiş hiç, bari vesileyle görmüş olur, Deniz'de sever orasını. Taşlarım da azaldı, biraz taş toplarım, tablolarım bayağı güzel oluyor. Bir tanesini bu gidişimde götürüp hastanenin kemoterapi odasına hediye edeceğim, assınlar duvara, rengarenk görenin içi açılır.

Düden Şelalesi, Antalya'ya gitmişken görelim dedik. Şelale güzel ama etrafı çok fazla düzenlenmiş. Antalya'dan döneli bir kaç saat oldu. Bir aksilik olmadan ilacımı aldım ama biraz yorgunum o yüzden ayrıntıları yarın yazacağım.

18 Haziran 2006


25 Haziran'da İstanbul Kadıköy'de yapılacak eylem için hazırladığım afiş. Kullanıp kullanmayacaklarını bilmiyorum ama ben beğendim yaptığım işi.
Yarın gece Antalya'ya doğru yola çıkıyoruz, bakalım başımıza neler gelecek. Grand Otel Adonis diye bir otelde yer ayırttım. Beş yıldızlı otel, gecesi iki kişi 130 lira valla, hem de yarım pansiyon, sabah kahvaltısı, akşam yemeği dahil bu fiyata. İşleri çabuk halledebilirsek, bir nevi tatil bile olabilir bu iki gün bize. Birkaç gündür üzerimde bir yorgunluk var neden bilmem. Hava iyice ısındı artık, nem de fazlalaştı belki ondandır. Bugün tipik pazar günüydü. Sabahtan akşama kadar yemek yaptım durdum. Pek keyfim yok bugünlerde...
Birarada yaşamı savunalım ve 25 Haziran'da Kadıköy'de buluşalım.

15 Haziran 2006


Akyaka yolculuğundan dönüşte, Katrancı Koyu. Dünyanın en güzel koylarından biri ama kalabalıktan girilmiyor. Kampçılar, piknikçiler iğne atsan yere düşmüyor. Katrancı'nın en güzel mevsimi kış bana kalırsa. Her zaman orada olan minibüsten köfte yedik, daha doğrusu Yunus ve ben çöp şiş, Deniz ve Erol köfte yediler. Yol kenarında satılan her şey gibi gayet lezzetliydi.
Tedavimin Antalya'da devam edeceği kesinleşti. Ömer de git Antalya'ya deyince artık illa İstanbul diye tutturmanın bir manası kalmadı. Bir iyi şey oldu yalnız, bugün Dr. Mahmut bey Fethiye'den direkt olarak Antalya'daki Tıp Fakültesi'ne sevk olacağımı söyledi, böylece bir hastane aradan çıkmış oldu. Yarın sabah annemi hastaneye götüreceğim, kadının sırtı bütün alerji olmuş, neyse ki zona değil, ben öyle kıpkırmızı görünce zona teşhisini koymuştum ama bu defa yanlış teşhis koymuşum allahtan. Üç senedir, hastalıklarla, hastanelerle, doktorlarla geçti hayatım yahu. Sıkıldım artık.
Sağ alt köşede, göbeği yerde sürünen Minnoş hanım, köpek maması yiye yiye yakında havlamaya başlayacak. Bugün çok komiklerdi ama, Biber ve Pati birbirlerini kovalıyor, en arkada da Minnoş ikisini birden kovalıyor. Bu arada koca bahçe dururken iki köpeğin evin içinde kovalamaca oynamasına ne demeli bak onu bilmiyorum. Hoş, evdeki iki çocuk bahçede oynuyor mu, hayır tabii ki, televizyonun ve bilgisayarın başından kalkmayan iki şopar besliyoruz evde. Hani apartmanda olsak "apartman çocuğu" diyeceğim ama burada ne denir yani.

14 Haziran 2006


Ölüdeniz'den topladığım taşlarla yapmaya başladığım tablo. Bir insan bu kadar mı becerikli, yaratıcı ve de muhteşem olur bilmiyorum yani... Belki de sergi açarım, televizyona çıkarım FRT kanalında, fena mı olur? Olmaz!.. Yapışkanım bitmese devam edecektim ama maalesef bitti. Yarın kendime, yapışkan, boya ve belki de bir masa almam lazım geliyor. Bu çalıştığım masanın ayakları yüzünden eğilmek zorunda kalıyorum ve de haliyle belim ağrıyor.
Bugün oldukça sinir bozucu bir gün geçirdim. İstanbul'dan ilaç raporumun çıkmadığı ve hatta belki de hiç çıkamayacağı haberi geldi. Ben de tüm bir öğleden sonramı Antalya'da tedavimin devam etmesi için çeşitli telefonlar etmeye uğraşmakla geçirdim ki ayrıntılarını yazmayı düşünmek bile canımı sıktı şimdi. Uzun lafın kısası, büyük ihtimalle bundan sonra İstanbul'da değil, Antalya'da sürdüreceğim tedavimi. Muhtemelen bu perşembe Antalya'ya yolculuk gözüküyor. Bakalım başıma neler gelecek. Bugün iyi bir haber de aldım ama, Ömer, yüzmenin belime iyi geleceğini söyledi, ben de her gün denize gitmeye karar verdim. Gerçi bugün bayağı serin bir hava vardı -26 derece bize serin geliyor tabi- ve yağmur yağdı bir ara. Bakalım belki yarın Çalış'a kaçarım.
Sevgili yeğenimin deyimiyle bugün "sinirliyim bozuk"...

12 Haziran 2006


Bugün Ölüdeniz'de geçti, makinenin pili bittiği için istediğim kadar fotoğraf çekemedim. Hava da güzeldi, bunaltıcı bir sıcak yoktu ama deniz ciddi ciddi soğuktu. Bu mevsim için şaşırtıcı bir şey aslında. Ölüdeniz acayip kazık marka olmuş, giriş 9 ytl, içerde de iki şezlong bir şemsiye için 12 ytl verdik, yuh dedim bu nedir böyle. Neyse ki, bedava girdiğimiz Karataş plajımız mevcut, oraya da bedava giriyoruz ama içeride dünyanın parasını harcıyoruz o ayrı tabii. Neyse, bugün Deniz'i ve Jale'yi evde bırakıp, Erolla ikimiz kaçtık, Jale'nin bütün o "çocuğunu evde bırakıp denize kaçan hain anne" bakışlarına aldırmadan gittim valla. Neyse, Deniz'de evde kalmaya pek ses etmedi, öğleden sonra okula gitmemek yetti kendisine. Okula kimse gelmemiş bugün, ben de yollamadım öğleden sonra. Bakalım belki yarın yine göndermem, onu Çalış'a götürürüm. Böylece bugünü telafi etmiş olurum. Hep beraber olmaya o kadar alıştım ki, onsuz bir şey yapınca içime dert oluyor resmen.
Çok uzun zamandır ilk defa kendi başıma bayağı uzun bir mesafeyi yürüdüm bugün -tuvalet bulacağım diye- hem de koltuk değneği filan olmadan, hoşuma gitti çok. Şu anda da ağrı kesici filan içmediğim halde, bel ve böbrek nahiyemde hiçbir ağrı yok çok şükür, belim ağrımasa böbreğim ağrıyor, böbreğim ağrımasa belim ağrıyor son zamanlarda çünkü. Her gün ağrı kesici de içmek istemiyorum, hem midem kaldırmıyor artık, hem de sürekli ağrı kesici alırsam, ağrıları kontrol edemem diye bir trip geliştirdim, ne kadar doğru bilmiyorum. Yani şöyle ki, ağrının artıp artmadığını anlayamam diye düşünüyorum.
Law&Order-Special Victim Unit diye bir dizi var Digitürk'te, sürekli seyrediyorum, güzel bir polisiye. Geçen günkü bir bölümünde çok şaşırtıcı bir şey vardı. Amerika'da, kemoterapi gören insanlar çeşitli gruplar oluşturuyorlarmış -hemen akla geldiği gibi terapi grupları değil- içlerinden bir tanesi evinde mariuhana yetiştiriyormuş, bunlar da grupça oturup veriyorlarmış bünyeye mariuhanayı valla, neymiş kemoterapinin yan etkilerini bertaraf etmek için içiyorlarmış. Millet neler yapıyor, Didem hanıma söyleyeyim de bana bir doz mariuhana yazsın bari vardır muhtemelen bir gerçekliği ve de yararı... Yakalanırsam da "valla zevk için içiyorsam namerdim, hani kanserim de o bakımdan" derim...

09 Haziran 2006

Annem ve Babam'ın nikah günleri, tarihini hatırlamıyorum, zaten bizim evde evlilik yıldönümleri değil, ilk tanıştıkları gün olan 3 Ocak kutlanırdı her zaman, annem babam için bir şiir yazmış ve bir kolyeye yazdırıp hediye etmişti bir 3 Ocak'ta onu hatırlarım. Ne oldu o kolye hiç bilmiyorum, babamın uzun zaman boynundan çıkarmadığını biliyorum sadece. "Kara tutku, sen nesin bilir misin" diye başlayan bir şiirdi. Kara bir tutkuydu aralarındaki hakikaten de. Babam da ona bir şiir yazmıştı, o şiirden bir tek "Van Gogh sarısı paltonla" dizeleri kalmış aklımda. Annemle tanıştıkları gün, annemin üzerinde Van Gogh sarısı bir palto varmış çünkü. Bir de kitap hediye etmiş o gün babam anneme, Erich Maria Remarque'den "Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok".
Babam öldüğünde, biz üç kardeş ağlaşırken, annem gelip "sizin benim kadar üzülüp ağlamaya hakkınız yok" diye bağırmıştı. Uzun zaman çok şaşırdım buna ama geçenlerde ablamla konuşurken ikimiz de hak verdik ona, ölen onun sevgilisiydi ve kimsenin çocukları bile olsa onun kadar üzülmeye hakkı yoktu. Manyakça bir aşktı aralarındaki... Bir keresinde de annem acımıştı bize, "gerçek aşkı hiç tatmadınız, üzülüyorum size" demişti ve gerçekten de acımıştı ablamla bana, bir küçümsemeyle değil, üzüntüyle söylemişti bu sözleri.
Annem ne kadar güzel, babam ne kadar yakışıklı görünüyor fotoğrafta. Yakasındaki orkideyi babam getirmiş ona, nikahta taksın diye.
Fotoğrafları olduğu gibi yayınlamayı seviyorum, fotoşopta oynamadan oldukları gibi koyuyorum siteye, en fazla biraz netleştiriyorum iyi görünsünler diye o kadar. Üstlerindeki yılların izi silinmiş fotoğraflar bana estetik ameliyat geçirmiş ama boyunlarından yaşlı oldukları belli olan kadınları çağrıştırıyor çünkü.

08 Haziran 2006

Huzurlarınızda Pati Bey, kendisi dört aylık bir Labrador Retreiver (ben bilmem, veterinerin yalancısıyım). Yaklaşık 10 gündür bizimle birlikte. Kimindir sahibi yoksa benimdir yapacağım demiştim, sahibi çıkmadı, e haliyle benim artık. Fil gibi yemek yemekte olup, beni pek sevmektedir. Geçen gün, salona işediğinde Erol'dan azarı yiyince, gelip arkama saklanmış, kalbimi bir kere daha fethetmiştir. Arka planda masum masum! yatar gibi görünen Biber Bey'le yemeği kim önce yiyecek diye kavga ederlerken, evin 3. köpek yavrusu -ki kendisi görünüş itibariyle kedidir- Minnoş Hanım, kendilerini hiç mi hiç iplemeden köpek mamalarını kıtır kıtır götürmektedir.
Evde bunca hayvan olunca insanın canı da sıkılmıyor. Bütün gün otur bunları seyret. Bugün bir eldiven bulmuşlar, bir çekiştiriyorlardı ki sorma gitsin. Minnoş Hanım'ın ise en sevdiği aktivite Pati Bey'in kuyruğunun ucundaki tüylerle oynamak, arada da Biber Bey'e tırnak atmak.

Bugün kendime 1500 parçalık bir puzzle aldım. Bir de pek bir puzzle üstadıymışım gibi zor bir desen seçmişim ki o kadar olur. Neyse, yine de hoşuma gitti. Fazla el işi yapamayınca canım sıkılıyor, bakalım belki de puzzle derdime derman olur.

05 Haziran 2006


sayende sayeban olduk istanbul şehri
sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk
yıldızlar dem çekti güvercinler gibi başucumuzda
ve yaktı perişan eyledi sine-i sâd-pâremizi
saplanıp hançer misâli bir hilâl
sokaklar serseri biz serseri
yüksekkaldırım da bir cezayir şarkısını dile getirdi plâklar
cadde-i kebir: bütün ışıklarını yakmış bir gemidir
sinemalar neredeyse boşalacaklar
vay anam vay
sen ne dersin istanbul
sen garip bir şair olsan söyle ne halt edersin
kimin gücü yeterse kahretsin parasızlığı
sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan
yol üstünde bir şehvet çarşısı tıklım tıklım
yol üstünde sevda pazarlığı aşk pazarlığı
kurtulamadık gitti bu denlü kepaze hayattan
hep böyle gecelerin koynunda yaşadık
geceler serseri biz serseri
karakoldaki aynada safran gibi kirli yüzümüz
gözlerimiz hasta gözleri ellerimiz hasta elleri
kırılmış kavala dönmüşüz
sen söyle serseriler kralı istanbul
sen söyle iki gözüm
hangi merhem çâredir şu bizim yaramıza
yel üfürdü su götürdü gençliğimizi
elimiz boşa geldi meydanlarda kaldık
meydanlar serseri biz serseri
sağımız sefalet solumuz ölüm
işte geldik gidiyoruz
kahrolasın
kahrolasın istanbul şehri
Attila İlhan
(Lütfi'nin anısına)

03 Haziran 2006


Bir ilaç macerası daha bitti işte. Biraz heyecanlı bir gün oldu yalnız, bir süredir boynumda bir ağrı vardı, bir kaç gün önce de tutulur gibi olunca biraz moralim bozulmuştu. Çünkü geçen sene ilk boyun tutulmasıyla başlamıştı ağrılar. Didem hanıma "boynum ağrıyor" deyince, "git hemen bir röntgen çektir" dedi bana. Önce, Fethiye'de çektiririm filan diye yan çizeyim dedim ama sonra beklemenin ve daha fazla moral bozmanın bir manası olmadığına karar vererek, Ali Özgümüş'ün -kendisi son derece iyi, ilgili ve hoş bir doktor- yerini boyladım tabii. Neyse, çekilen röntgenlerde yeni bir metastas filan çıkmadı, sadece boynumda ileri derecede kireçlenme ve belimde de doğuştan bel fıtığı varmış. İnsan bir kere kanser olunca, böyle ileri derece kireçlenme filan "bir şey yokmuş" diye söyleniyor soranlara tabii. Bunlar benim de pek umurumda olmuyor işin gerçeği. Bu arada kolumda kanül, telaş içinde Ali bey'e doğru giderken, birden acayip korktuğumu farkettim. Ne acayip bir korku bu yahu, önce korktuğum için kızdım kendime, sonra da "e artık normal insan olan bu kadar da korkar bir yerde" diye sakinleştirdim kendimi. Hastaneye döndüğümde eczanenin ilacı vermediğini söylediler, efendim neymiş, SSK yeni bir şey çıkarmış, ilaç raporunda medikal onkolog kaşesi istiyormuş, napıcaz napıcaz diye düşünürken, sağolsun Döndü ve Esra hemşireler kemoterapi odasındaki yedek ilaçlardan hallettiler, yeni rapor çıkınca ablam alacak ilacı verecek onlara. Bugün ablam ilaç raporu için Dr. Didem hanımın yanına gittiğinde, Didem hanım benim için çok hoş şeyler söylemiş ona. Bana anlattığında acayip hoşuma gitti benim de, insanın doktoru tarafından sevilmesi çok güzel bir şey.
Ancak, Esra hemşirenin fotoğrafını yine çekemedim, artık bir dahaki sefere inşallah... Kemoterapi odasında hep aynı üçlü ilaç alıyoruz bir kaç seferdir, bir dahakine yine aynı takım olursa onların da fotoğraflarını çekmeyi düşünüyorum eğer izin verirlerse tabii...
Hastane'den sonra ablamın iş yerine gittim, beraber çıkıp Mahmutpaşa'ya Şark hana gittik, ev için bir sürü ıvır zıvır aldım. Sonra baktım taşıyamayacağım, ablamın iş yerinde bıraktım, ablam kargoyla yolladı bugün, bakalım pazartesi günü eve gelir muhtemelen. Oradan Beyoğlu'na çıktım, Selma'yla buluştum, beraber Kifidis'ten protezli sütyen aldık, biraz pahalı bir şey ama kesinlikle çok rahat ettim. Bir dahaki gidişimde bir tane daha alacağım. Sonra da bindim uçağa döndüm eve. Eve dönüşlerde gece hiç uyuyamamak gibi bir adet çıkardım son zamanlarda, sabaha kadar dört-beş tane polisiye dizi seyrettim, sonra baktım olmayacak, kalktım kahvaltı filan hazırladım. Beraberce kahvaltı ettik, sonra Erolla çıkıp Akyaka'ya Yunus'u almaya gittik. Hava aşırı sıcaktı, gidiş dönüş yolunda muhtemelen 5 litre filan su içmişimdir. Bu arada böbreğimdeki ikinci taş da düşme yoluna girdi. Arada ağrı vuruyor, içiyorum Buscopan'ı idare ediyorum işte.
İkinci köpeğimiz Pati bey, artık bizimle kalmış bulunuyor. Evde iki köpek, bir kedi, iki erkek çocuk, bir anane, bir hizmetçi kadın, Erol ve ben şeklinde yaşıyoruz bakalım. Bir de steyşın araba alırsak, orta sınıf amerikan ailesi tadını yakalayacağız inşallah. Gerçi hizmetçimiz zenci değil ama artık o kadar kusur kadı kızında da bulunur bir yerde...


View My Stats