29 Nisan 2006


Bu kadını kıskanıyorum. Onun gibi yazabilmeyi, öyle bir hayal gücüne sahip olabilmeyi gerçekten çok isterdim. Çevrilen her kitabını okudum, ödüm patlıyor ölecek ve yazamayacak diye. Bu romanı da çok güzel.
Bugün çok sersemce geçti. Hava yağmurluydu, yağmurlu havaları sevmiyorum artık. Sırtımın ve belimin ağrısına bir de pis bir baş ağrısı eklenince iyice keyfim kaçtı. Böyle zamanlarda fena halde yatasım geliyor ama ağrıya teslim olmak iyi bir şey değil. Akşam evdeki bütün odalar işgale uğrayınca (annem salonda İmam diye bir yerli film, Deniz ve Yunus yatak odamda Shrek'i seyrediyorlardı, Erol da çalışma odasındaydı), çareyi mutfağa kaçmakta buldum. Bazen biraz olsun yalnız kalmayı özlüyorum. Deniz uzun zamandır profiterol istiyordu, Emine Beder'in kitabından ona profiterol yaptım. Sabah dolapta bulunca sevinir muhtemelen. Armutlu bir tart ve çatal da yaptım arada. Çatalları biraz ince tutmuşum, tadı çok güzel oldu ama fırından alırken dağıldılar biraz, tartın tadına bakmadım, biraz uyduruk bir şey oldu zaten. Neyse biz yemezsek, cimcime (sokak kedisi) ve benek (sokak köpeği) yer en kötü ihtimalle. Canım sıkkın bugün, ağrı kesiciler de midemi çok kötü yapıyorlar artık, gerçi iki tane parol içtim ama bu ağrıları geçirmiyor.

28 Nisan 2006


1980, iki sürgün aynı sırada buluştuk o yıl.
Sudan çıkmış balıklar gibiydik, yabancıydık, yabaniydik, yalnızdık. Birbirimizi bulduk, birbirimize sarıldık, birbirimizle zenginleştik. Cebimizde biraz paramız varsa, vapura biner, Kavaklar'a giderdik, birer tane midye yediğimizde sevinirdik, dünyanın en güzel yemeğini yemiş gibi doyardı karnımız. Ne çok yürürdük, ne çok konuşurduk, bazen de hiç konuşmaz öyle dururduk yanyana... Sabahları evden formayla çıkar, okulun yanındaki caminin tuvaletinde blucinleri çeker, sahile kaçardık. Çayla, onu da bulamazsak suyla sarhoş olur, zincirleme sigara içerdik. Sonra mektuplar yazdık birbirimize, her gün beklerdim senden gelecek olan mektubu. Gelmediği gün, üzülürdüm, bir şey oldu sanırdım. Defalarca okurdum, okurdum, bir sigara yakar tekrar okurdum. Ne çok güç verdi o mektuplar bana, hayata ve her şeye dayanmamı ne çok sağladı. Biliyor musun hayatımın ilk ve son şiirini senin için yazmıştım, duruyor bende hala, bak onu saklamayı başarmışım... Sırf İstanbul'a senin yanına gelebilmek için üniversiteyi kazandım, kazanmak için hiçbir imkanım yokken üstelik.
25 yıl sonra bir gün sana yazdığım mektuplarla geldin yanıma, bunca yıl saklamışsın onları. Bense hiçbir şeyi saklamadığım gibi senin mektuplarını da saklamadım. Evet, bir eşeğim ben, ama hiç unutmadım onları. Zarfın üzerinde "dostun" diye yazardı, hatta bir gün postacı "dostundan mektup var" demişti de, annem kızmıştı.
Ve biliyor musun, ilk buluştuğumuzda, sanki aradan onca yıl geçmemiş gibiydi, sanki daha iki gün önce beraberdik de, o gün tekrar buluşmuşuz gibiydi, sanki çoluklu çocuklu koca kadınlar değildik de, 18 yaşındaydık...
Canım arkadaşım, can yoldaşım, bu kanser seni bana tekrar kazandırdıysa hoş geldi safa geldi, sen hoş geldin safalar getirdin dostum. Seni seviyorum, ilk günkü gibi...

27 Nisan 2006


Teyzem Meliha Münir, (soyadı kanunundan önceki adıyla Meliha Münir demek hoşuma gidiyor), dün gece rüyamda gördüm. Nişantaşı'ndaki evindeymişiz, teyzemin boynunda bir yara varmış, ben omzunu tutuyorum, o da bana yarasının çok acıdığını söylüyor. Teyzem dünyanın en aristokrat insanıydı ama ben onu deli gibi severdim, ablamı benden daha çok sevdiği için de için için üzülür, kıskanırdım, beni de severdi ama ablamı hep daha çok sevdi. Kim bilir belki de ben onu ne kadar çok sevdiğimi belli edemedim kendisine hiç. Güzelliği dillere destandı. Şu fotoğrafta en küçük rötuş yok işte. Görgü kurallarını bize öğreten insandır teyzem. Terbiyeli ve nazik insanlarsak onun ve babannemin sayesindedir.
Bizim evimizde televizyon yokken, Uzay Yolu dizisini seyretmek için ona giderdim, zaten zamanımızın çoğu onun evinde geçerdi. Teyzecim ölmeden kısa bir süre önce Fethiye'ye yanımıza geldi, hiç hali yoktu ama bizi son bir kez görmek istedi, gördü de. Belki denize girerim diye mayosunu da yanına almıştı ama cesaret edip götüremedik, pişmanlığını içimde taşırım hala. Bazı şeyleri gözünü karartıp yapmalı insan, sonradan üzülmek yerine.

26 Nisan 2006

Bahçe manyağı, bugün yine bahçede geçti, her yere çiçek diktim. Fidanlıktan aldığımız manolya ağacını da sonunda toprağa ekebildik. En sevdiğim ağaçtır Manolya. Ben çocukken İstanbul manolya ağaçlarıyla doluydu, şimdi bir tane bile kalmadı galiba. Maçka parkında çok vardı, akşamları aygın baygın kokar, asker sevgilileriyle buluşan Nişantaşı hizmetçilerinin aklını başından alırdı manolyalar.
Balkonun parmaklıklarına sardırmak için bir de kırmızı sarmaşık gülü aldım. Sonuçta güzel bir bahçem olacak inşallah. Akşam çok yorulduğum için yemeği dışarıda yedik. Bir de bira içtim, çok uzun zamandır ilk defa biranın tadını aldığım için de oldukça keyiflendim, yarım bardak birayla hafiften çakır keyif olmak da farklı bir deneyim oldu benim için şahsen. Yemekten sonra Hacer'e çay içmeye gittik. Eski evimin bahçesinden bir sürü sardunya çaldım yine. Duvar dibi bir sıra sardunya projemi hayata geçirecek kadar sardunyam oldu galiba.

Geçen gün aklıma gelen "günler sarmal bir yay gibi" dizesi, A. Zekai Özger'in Sevdadır adlı şiirinden. Sevgili arkadaşım Selma bir mail atarak hatırlattı bunu bana. Şiirin hepsi çok uzun olduğu için buraya bir kısmını alıyorum:

Giyecek çamaşır getirdim sana
adettir diye değil, sevdim diyedir
bağışla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum
Günler sarmal bir yay gibi

bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
bunu unutma

24 Nisan, canım babaannemin ölüm yıldönümüydü, 1971 yılında kaybettik onu. Tam bir İstanbul hanımefendisi, ablamın deyimiyle "incelikler üstadı"ydı. Annem ve babam gibi iki tane deli insanla birlikte yaşayabilmesi bile ne kadar sabırlı, iyi ve olgun bir insan olduğunun en büyük ispatıdır. Kokusu hala burnumda, sesi hala kulaklarımdadır. Bizi o büyüttüğü için ne kadar şanslıyız, dünyanın en zarif insanlarından biriydi. Örgü örmeyi öğret bana diye tuttururdum, hiç üşenmez, bir şişe ilmek atar elime verirdi, ben de ilmekleri bir şişten ötekine geçirir, örgü örüyorum zannederdim. Beni hiç bozmaz, gelir bakar ve ne kadar güzel ördüğümü söylerdi. Nur içinde yat babaannecim, seni çok seviyorum, seni hiç unutmadım...

25 Nisan 2006



Bahçemiz çok güzel olacak, bugün neredeyse tüm gün bahçeyle uğraştık. Ben çok fazla bir şey yapamıyorum ama Erol sağolsun çalışıyor, bana da "şunu yap, bunu buraya koy" demek kalıyor (böylesi rahat oluyormuş yalnız). Yandaki inşaattan aldığımız taşlarla şekil yaptık. Yarın da çiçekleri ekeceğim, bir sürü çiçek alıyorum ama ek ek bitmiyor. Sebze bahçesi için de bir şeyler almak lazım, daha önce aldıklarımı dikemediğim için Hacer'e yollamıştım. Biber, patlıcan ve salatalık ekeceğim, salatalık çok eğlenceli bir bitki, yanına bir sopa dikip ip geriyorsun, böyle ipe sarılıyor.
Hava 33 dereceydi bugün, bizim burası daha serin ama Fethiye'nin içi sıcak, bankaya gittik de oradan biliyorum. Akşama kadar bahçeyle uğraşıp, bir de bankaya gittikten sonra, saatin 7 olduğunu ve evde yemek olmadığını farketmek hiç hoş olmadı tabii. Acele tarafından bir börek ve kısır yaptım. Hayatımda ilk defa kısır yapmama rağmen bayağı lezzetli bir şey oldu. Kısır tarifini, www.portakalagaci.com'dan aldım. Ben bir de kısırı yapması zor bir şey zannederdim ama kolaymış aslında. Yemekten sonra Yunus'u Akyaka'ya götürdük, gece yarısında da eve döndük. Dönerken kocaman bir yıldız gördüm, Erol Sirius ya da Vega olabilir dedi ama ben bir uydu olduğunu iddia ettim. Fazlasıyla parlak ve yakın görünüyordu çünkü. Göcek'te gökyüzü bir başka görünür zaten her zaman, İstanbul'da hep rüyalarıma girerdi.
Günler böyle geçip gidiyor, "Günler sarmal bir yay gibi" diye bir dize geldi şimdi aklıma, Enver Gökçe'nindi galiba hatırlayamadım.

23 Nisan 2006

23 Nisan hatırası, Yunus 7 Cüceler'den Bilgili'yi oynadı, ama bugün Pazar olduğu için ben Akyaka'ya gidemedim, Deniz ve Erol gittiler. Dönüşte Göcek'teki şenliğe de uğrayacaklardı ama yağmur nedeniyle şenlik iptal olmuş, allahtan Murat arayıp haber verdi de boşu boşuna Göcek'e girmemiş oldular.

Geçen gün evimin balkonundan görülen manzara, Babadağ'la Mendos'u hep birbirine karıştırdığım için bu hangisi çıkaramadım. Ama güzel görünüyor. Öndeki apartmanlar olmasa daha iyi olacak ama, son üç yılda buralar ardarda yapılan binalarla doldu taştı.

Bugün hava yağmurlu geçti, halbuki sabahtan oldukça sıcaktı, hamur kabartma tozu almak için bakkala giderken terledim, dönerken üşüdüm böyle tuhaf bir hava. Yağmurlu havalarda belim ağrıyor o yüzden de canım sıkılıyor. 23 Nisan şerefine oğlanlara yaptığım muffinler de pek iyi olmadı, ona da canım sıkıldı ama neyse ki böreği doğru düzgün çıkartabildim fırından.

21 Nisan 2006

Bugün İstanbul'dan eve döndüm
Cerrahpaşa Radyasyon Onkolojisi, Dr. Ahmet, Dr. Beyhan ve Dr. Didem, bana çok iyi bakıyorlar doğrusu. Dr. Ömer o gün hastanede olmadığı için fotoğrafını çekemedim. Didem Hanım bu defa zayıflamışım diye bana bastı dekort'u (kortizon oluyor), ben istemem dedim ama dinlemedi. Kortizon beni biraz asabi yapıyor ama doktor sözü dinlemek lazım bir yerde.

Sevgili hemşirelerim Safiye ve Döndü, güzel yüzleri ve her zaman gülen gözleriyle kanser tedavimdeki en büyük yardımcılarım.


View My Stats