Bu akşam çıkıyorum yine yola. İstanbul yolları taştan. 13. kemo olacak bakalım. Bilet bulamadık dönüş için, Cuma akşamı döneceğim. Git gel Konya altı saat demiş atalarımız. Dönene kadar yazamam herhalde. Görüşürüz.
Bir Kedinin Hatıraları
29 Ekim 2007
25 Ekim 2007
Akşam akşam fena duygulandım. Güzel filmdi, sinemada oynadığında çok istediğim halde gidememiştim. Digitürk'te puan birikmiş, aldım seyrettim. Ne güzel filmler yapıyorlar, seviyorum sinemayı. Böyle şeyler gördükçe insan, insanlığa dair umudunu yitirmiyor. Oysa ki umutsuz olmaya yetecek o kadar çok şey var ki.
Son günlerdeki gelişmelerden fena endişeleniyorum. Ortalıkta feci bir hava esiyor. Bugün oğlanın bir öğretmeni, mitinge gidip gitmeyeceğini sormuş, -burada "Teröre lanet" mitingi düzenleniyor da-bizimki gitmeyeceğini söyleyince, korkuyor musun, askere nasıl gideceksin filan demiş. Duyunca acayip sinirlendim. Baskıya bak. Mitingin adı Barış olsaydı soracak mıydı acaba çocuğa gidecek misin diye. Şeytan diyor git okula ortalığı birbirine kat, ama öyle bir linç havası esiyor ki, çocuk okula gidemez hale gelir. Çok fena çok. Umarım yeni Maraşlar, Sivaslar yaşanmaz, bu fitili birileri ateşlemez, kardeş kardeşi öldürmez.
24 Ekim 2007
Liza Minnelli - Mein Herr - Cabaret
Gençken beni Liza Minelli'ye benzetirlerdi. Cabaret'i Konak Sineması'nda seyretmiştim. Tek başıma gittiğim ilk filmdi, herhalde 15 yaşında filandım. Sevdiğim filmlerdendir.
21 Ekim 2007
Dün Fethiye ÖDP ve KESK olarak Telekom grevi ziyaretine gittik. Oturduk, çay içtik, grevci arkadaşlarla sohbet ettik.
Hannibal'ı okudum dün gece. Pek sofistike yamyam Dr. Hannibal Lecter'in maceraları. Adamın yediği tiplere baktığın zaman hak vermemek pek elde değil yalnız. Zaten insan yeme fikri bana çok da ters gelmez. Tutup insan yiyeceğimden değil, yanlış anlamayınız, yani bunca şeyi midesine indirebilen insan kendi hemcinsini de yiyebilir bir şekilde diye düşündüğümden. Zaten yenirmiş eskiden, sonradan tabu olmuş bu. Şimdilerde, etraf böyle koyundu, inekti doluyken insan yemenin de bir manası yok tabii. Ancak, tamamen aç kalınırsa ne yapılır bak onu bilemem. Bir film seyretmiştim. Gerçek bir olaydan hareketle yapmışlardı, kitabı da vardı yanılmıyorsam. Bir uçak kazasında, sağ kurtulan, ancak kış ortasında bir dağın tepesinde mahsur kalan kazazedeler, ölüleri yiyerek açlıktan kurtulmuşlardı. Oluyor böyle şeyler. Bizim Hannibal da savaş sırasında aç kalan askerlerin yedikleri kız kardeşinin intikamını alıyor yamyamlık ederek. Yalnız bu askerlerin başka seçenekleri de olabilir tabii. İşin kolayına kaçıyorlar çocukları yiyerek. Neyse bu kadar yamyam muhabbeti yeter.
Canım çok sıkkın. Bir sürü şehit ve ölü haberi geliyor son günlerde. Bu konuyla ilgili olarak ÖDP Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Ufuk Uras'ın sınır ötesi harekatla ilgili olarak mecliste yaptığı konuşmayı koyuyorum buraya. Benim başka bir şey yazmama gerek yok. Bu metnin altına imzamı atarım.
"AKP Hükümeti Kuzey Irak‘a sınır ötesi operasyon yapılması ile ilgili tezkereyi Meclis‘e getiriyor. Bu tezkereye ‘kınından çıkan bıçağı sonuna kadar saplamaya‘ hevesli CHP ile Meclis‘te ‘bölücü keşfine çıkmış‘ olan MHP destek veriyor.
Siyasi partiler şiddet ve çatışma kültürüne hizmet etmemelidir. Ancak tezkere tartışmaları sırasında toplumda gerginlikleri arttırıcı bir dil kullanan siyasi partiler, farkında olarak ya da olmadan toplum içi çatışma ortamını geliştiriyor. Söylenen her kışkırtıcı söz, toplumda şiddete eğilimi olanlarda ‘saldırma meşruiyeti‘ yaratıyor. Eline silahı kapanın oraya buraya ateş ettiği bir ortam, hiç kimse için arzulanır değildir ve olmamalıdır.
Biz bu tezkereye karşıyız. Çünkü diplomasi yapmak için askeri yöntemlere ihtiyaç duymak yanlıştır. Türkiye‘nin ve Ortadoğu‘nun bugünkü ortamında, Kuzey Irak‘a müdahale için tezkere çıkartmak, sonu belirsiz bir maceraya atılmak demektir.
Biz bu tezkereye karşıyız. Çünkü bölgemizin ve ülkemizin daha çok şiddete değil, barışa ihtiyacı vardır.
Biz bu tezkereye karşıyız. Çünkü, Türkiye‘nin Kuzey Irak‘a girmesi, bölgemizde ABD‘nin yarattığı savaş bataklığına bile bile saplanmak demektir. Üstüne, Kuzey Irak‘taki Kürt toplumu ile çatışma içine girmek demektir.
Biz bu tezkereye karşıyız. Çünkü sınır ötesi bir operasyon, daha fazla ölüm, daha fazla acı, daha çok kan akması demektir.
Son 23 yılda 24 sınır ötesi harekat yapılmış, ama sorun bir türlü çözülememiştir. Şu çok açık ki, Kürt sorununun çözümü ve toplumda barışın tesisi için atılması gereken adımlar ülkemizin içindedir, dışında değil. Sorunun sadece bir güvenlik meselesi olarak algılanması nedeniyle, yıllardır yapılanların çözüm yönünde kalıcı ve olumlu bir etkisi olmamıştır.
Bugün soğukkanlı bir şekilde demokratik bir çözüm için çaba sarf etmeli, bunun için soruna siyasetle çözüm aramalıyız. Çözümsüzlük ve kutuplaşmayı arttıracak terör eylemlerine ve şiddet adımlarına değil, barışçıl yöntemlere ve sosyal önlemlere ihtiyaç vardır.
PKK SİLAH BIRAKMALIDIR
PKK silahlı saldırılarla, mayınlarla, bombalarla Kürt sorununun barışçıl çözümünü imkansız hale getiriyor.
Türkiye‘nin içinden geçtiği süreçte, bölge halkının kendi temsilcilerini çözümün bir parçası olmaları için Meclis‘e gönderdiği koşullarda, silahlı mücadelenin ve şiddetin tırmandırılmasının hiçbir haklı ve meşru gerekçesi yoktur.
Bu tehlikeli bir oyundur. Patlayan her mayın, her bomba, PKK‘nın aldığı her can, şovenizmin, düşmanlığın, ırkçı bir gelişmenin tohumlarını atıyor, ateşin bütün ülkeye yayılmasına yol açıyor. Bu körüklenen ateş, hem Kürt yurttaşların hem de tüm toplumun acı çekmesine kaynaklık edecektir.Meşru ve savunulur yanı olmayan eylemleri sürdürmek bir kışkırtmadır ve bu kışkırtmanın dramatik sonuçları yaşanmaya başlamıştır. Üstelik demokratik yollarla Meclis‘e seçilmiş olan DTP‘li vekiller için de son derece olumsuz koşullar oluşmaya başlamıştır.
DTP‘li vekiller üzerindeki baskılara ve dışlama çabalarına son verilmelidir. Bu Meclis toplumdaki farklı fikirlere ve eğilimlere tahammül edemeyecekse, toplumda bu tahammülsüzlüğün sonuçları çok daha ağır olur.
Bugün ülkenin iç koşulları, demokrasinin ulaşmış olduğu düzey PKK‘nın silahlı bir mücadele yürütmesini de devletin kontrgerilla taktiklerine başvurmasını da gerektirmiyor.PKK derhal silah bırakmalı, saldırılarına son vermelidir. Devlet ve hükümet ise sorunun barışçıl zeminde çözülmesi için acil bir tavır göstermelidir.
BARIŞA ÇAĞIRIYORUZ...
Bu ülkede savaş davulları çalarak, milliyetçi duyguları kabartarak politika yapmak kolaydır ve bundan çok hoşlanan vardır. Duygu sömürüsü yaparak farklı düşünenleri sindirmek, vatan hainliği ile damgalamak en kolay yoldur. Ama bu yol çıkmazdır.
Biz bu tezkereyi ülkemizin çıkarlarına aykırı buluyoruz. Böyle dönemlerde soğukkanlı ve akla dayalı düşünceleri dışlayanlar kazandıklarını zannederler. Ancak bu hazin oyun Türkiye‘ye hep pahalıya patlamıştır ve bir kez daha bunun eşiğindeyiz.
Türkiye‘nin farklı kültürlerden oluşan dokusunu paramparça ederek bu topraklarda demokrasinin ve barışın canına okumak isteyenler çok tehlikeli bir yönelime girmiştir.
Türkiye‘de demokrasiden, barıştan, eşit koşullarda bir arada yaşamaktan ve adaletten yana olan herkesi; meslek örgütlerini, sendikaları, aydınları, yurttaş girişimlerini, demokratik dernekleri ve kuruluşları tezkereye ve uygulanmasına karşı tutum almaya, toplumda barışa ve demokrasiye sahip çıkmaya çağırıyoruz.
Şimdi güçlerimizi birleştirme ve toplumdaki çatışma ve şiddet eğilimleri karşısında aklı selimi savunma günüdür. Bu tezkere, Türkiye toplumunu demokratikleştirmeyecektir, barışı sağlamayacaktır, anaların ağlamasını sona erdiremeyecektir."
UFUK URAS
ÖDP Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili
17 Ekim 2007
Her kemoterapi ertesi adet olduğu üzere grip oldum yatıyorum. Bu kez biraz kendim kaşındım ama. Sıcak bir banyo yaptıktan sonra cereyanda oturdum püfür püfür bir güzel. Bu sabah kalktığımda boğazım öyle şişmişti ki sesim çıkmıyordu resmen. Neyse, dün gece anladım başıma geleceği de hemen antibiyotik başladım. Hoş, ateşim yok ama beklersem nasılsa çıkacak diye beklemedim, attırdım antibiyotiği, tabii anında bağırsaklarım bozuldu, onun için de bir ilaç attırdım. Her zamanki kısır döngüde dönüp duruyorum laboratuvar fareleri gibi. İlaçların yan etkileri için başka ilaçlar alıyorsun, onların yan etkileri için öteki ilacı alıyorsun filan, bilindik hikaye. Bütün gün yatıp televizyon seyrettim. Başka da bir şey yok işte.
Salı günleri e2 kanalında güzel bir dizi başladı, 22:15'te Master of Science Fiction diye. Bilim kurgu seviyorsanız seyredin. İlk bölümü güzeldi, zaten bölümler birbirinden bağımsız, her dizi ayrı bir hikaye, ustaların yazdıklarından birer saatlik dizi yapmışlar. Ben severim bilim kurgu pek çok kadının aksine ve yine pek çok kadının aksine romantik komedilerden filan hiç hoşlanmam, böyle ağlak zırlak aile filmlerini de sevmem :) Macera olsun, aksiyon olsun, polisiye olsun bayılırım ama. Bir de korku ve şiddet seyretmeyi sevmem pek. Hele o Japon korku filmlerini gördüğüm yerde kaçarım valla. Psikolojik gerilimleri severim ama. Bilim kurgu okumayı da severim çok. Türkçe'de yayınlanmış ne kadar bilim kurgu varsa okudum herhalde. Ben gençken bir tek Baskan Yayınları'nın kitapları vardı, bir de Altın Kitaplar Asimov basardı, onları okurduk. Baskanların çevirileri gerçekten berbattı ama okurduk yokluktan işte.
Video zamanlarında, her hafta sonu 10 tane filan film alırdım. Televizyonun karşısında kendime yer yapardım, yere yastıkları dizip, bir yanıma, çaydı, gazozdu, bir yanıma da artık kurabiye, çekirdek, patlamış mısır filan dizer sabahtan akşama kadar yatıp film seyrederdim. Zaman zaman da film haftaları düzenlerdim. Mesela bir hafta sonu sadece bilim kurgu, sonra sadece polisiye filan seyrederdim, Çin karate filmleri haftası bile düzenlemiştim. Bayılırım Çin karate filmlerine, acayip komik olurlar. Gerçekten kötü filmler de güzel olur. Mesela Maymunlar Cehennemi 8 filan gibileri, dandik dandik tarihi kılıçlı mılıçlı filmleri de çok severim. Arada ağır entel filmler seyrettiğim de olur yanlış anlamayınız. Bir tek Tarkovski'ye hiç dayanamıyorum bak, onu da gördüğüm yerde kaçıyorum. Deniz efendinin amcası ona bir DVD-VCD player hediye etmiş bu bayram. Acaba diyorum şu film haftalarını yine düzenlesem mi? Bu kış oturup Deniz'le birlikte seyreder miyiz. Çocuk da dersten başını alamıyor ki. Haftanın her günü dersti etüttü, eve gelip bir de soru çözüyor. Ne yapalım bu sene böyle, OKS var önümüzde.
16 Ekim 2007
Bayram hatırası. Eve dönmek üzere havaalanına yola çıkmadan önce, oğlum, yeğenim, annem Jale Sultan hazretleri, ablam ve yeni kedisi Ginger hanım. İşte gittik gidiyoruz derken, döndük de bir gün geçti bile. Genelde evde yatarak geçirilmiş bir bayram oldu. Canım arkadaşım Selma ve kızı geldiler. Bir gün halamın kızı ve yengem geldiler. Arife günü akşam yemeğe gittik ama ben pek bir şey yiyemedim tabii ilaçlı olduğum için. Bir gün de yeğen aldı bizi gezdirdi, öğlen yemek yedik, yeni bir alışveriş merkezi açılmış İstinye Park diye oraya gittik, ben pek öyle alışveriş merkezi dolaşmayı filan sevmem ama işte annem ve Deniz efendi için değişiklik oldu. Orada epey dolaştıktan sonra, ben yorulunca biraz, hadi bir yerde oturup çay içelim dedik, güzel bir pastane gibi bir yer gördüm, adı da Le Quotidien Pain midir nedir, öyle bir şey. Neyse, oturduk. Eh çay istedik, çay çorba tasıyla geldi, ben böyle şey görmedim yani. Ciddi ciddi çorba tası, hani büyük fincan olur filan ama bunu kulpu da yoktu. Neyse ortamdan yarıldım gülmekten. Acayipliğin dibine vurmuşlar. Verdikleri çay da çok kötüydü, dem çıkmıyor, zaten getirdikleri su da ılıktı. Neyse oraya gider de çay isterseniz şaşırmayınız. Hangi millet o biçimde çay içiyor ben çıkaramadım ama vardır bir bildikleri muhtemelen. Belki de İtalyan ve Japon mutfağı füzyonu filan yapmışlardır ama bunlar beni aşıyor ne yalan söyleyeyim. Bayağı bir güldük. Yeğen epey korktu, şimdi teyzem müdürü çağırır üzerine zıplar, demediğini bırakmaz diye ama çocuğa öyle bir kötülük yapmadım tabii bayram günü. Aslında sırf eğlence olsun diye yaparım bazen, hani dalga geçmek maksadıyla. Tabii iki çay, iki limonataya 25 ytl verince gülmeler yerini hafif bir hüzüne bıraktı ama artık o kadar olur dedik! Ne de olsa çorba tasıyla çay içiyorsun!
İstanbul acayip soğuktu, yağmur da yağınca titredim üşümekten resmen. Bugün tabii tişörtle filan balkonda oturunca toprağı öpesim geldi. Yaşasın güney diyorum başka da bir şey demiyorum. Taş toplamak için Ölüdeniz'e gittim bugün, mayomu yanıma almadığıma bin pişman oldum. Hoş, Britney Spears girmişti iç çamaşırlarıyla denize, bir ara ondan neyim eksik diye düşünmedim değil hani ama artık yaş icabı yapmadım öyle bir rezillik. Hava çok güzeldi, deniz pırıl pırıldı. Biraz taş topladım, sahilde oturdum. Haftaya pikniğe gitmeye karar verdik, şöyle dolmalar ve börekler olayına yazılacağız. Bu hafta da geçsin de bir şeyler yer hale geleyim bir piknik yapalım bakalım. Akşam serinledi yalnız hava, bayağı bir rüzgar var dışarıda. Ama yine tişört üstü ince bir hırka oturuyorum ki, kanım düşük olduğu için üşüyorum ben yoksa üşünecek bir hava yok.
Kemoterapim üç tane daha uzadı. Durumum şimdilik stabil görünüyor. Üç tane daha yapacaklar ve yine bir kontrol tomografisi çekecekler. Eğer istedikleri gibi bir sonuç varsa biraz daha uzatabilirler, yoksa ilacı değiştirecekler. Bakalım, dayanabildiğimiz yere kadar dayanmaya devam. Bu haftaki Tempo dergisinde haberimiz çıkmış. İki sayfa ayırmışlar bize. Görünce pek memnun oldum ne yalan söyleyeyim.
Bu arada telefonumun şarjını İstanbul'da unutmayı başarmışım.
08 Ekim 2007
Bu akşam yola çıkıyoruz İstanbul'a. Bir hafta kadar yokum. Salı günü yine ilaç var, bakalım 12. kemoyu da ifa edeceğiz. Sonra da hakkımda bir karar verecekler artık. Gerçi doktorum Ömerim, böyle devam edelim diye buyurdu ama daha kesin değil herhalde. Neyse, hakkımda hayırlısı neyse o olsun.
Bu arada herkese iyi bayramlar.
06 Ekim 2007
04 Ekim 2007
Bugün saat 15:00 civarları evimin penceresinden ve balkondan gökyüzünün hali. Bir yağmur, bir fırtına, gökler gürledi, şimşekler çaktı, yıldırımlar düştü. Şimdi ortalık süt liman. Ne zamandır olmuyordu böyle, hepimize iyi geldi. Fethiye'ye ilk geldiğim kış durmadan yağmur yağmıştı halbuki. Geçen kış sayılıdır, global ısınmadan buralar da alıyor payını işte. Buraların en güzel aylarıdır aslında Eylül-Ekim ayları. Kasım ortalarına doğru yavaş yavaş soğumaya başlar havalar. Toplasan üç ay bir kış olur, sonra yine ısınır ortalık. Seviyorum ben sıcağı işte ne yapayım, soğukla hiç başım hoş değil. Birazcık soğuk olsun hemen giyerim hırkayı çorabı. Yazacak pek bir şey yok işte. Günler birbirinin aynı geçiyor. Deniz efeyle uğraşıp duruyoruz, dersiydi, kursuydu, soru çözmesiydi, oydu buydu. Sabah kalkıyorum, kahvaltı ediyorum, internette gazetelere bakıyorum, mailleri okuyorum. Sonra aşağı annemin yanına iniyorum. Bir Türk kahvesi içip dedikodu ediyorum. Odama çıkıyorum, taşlarımı boyuyorum. Deniz bey okuldan geliyor, onla uğraşıyorum. Televizyon seyretmiyorum hiç gündüz. Şimdi Mymax'de gece 12'de bir dizi var ona takılıyorum, sonra da uyuyorum. Bir günün özetidir ve hemen her gün aynı geçmektedir. Bir şikayetim de yoktur.
02 Ekim 2007
01 Ekim 2007
"Kaplumbağa tanıştırdı beni bu minik dünyayla. Birşey yapmalı dedim. Bilgiye ulaşmayı kolaylaştırmalı dedim. Herkes koşmuştu yanıma moral vermeye. "Bilmem kimin bilmem kiminin de erken doğmuş çocuğu. Endişelenme. Geçer" Nasıl geçer ya? Kendi çocuğu erken doğan hiç mi yok? Bu bir şehir efsanesi mi diye sorarken kendime... Yavaş yavaş toplanmaya başladık. Şimdi 60 aileyi geçtik. Gittikçe artıyoruz.Önce elektronik posta ile birbirimize moral verdik. Bakın bu çocuklar büyüyor dedik. Yalnız değilsiniz dedik. Derken bir sitemiz oldu el yordamıyla kör topal:) Pinocum bu şahane logoyu yapıverdi bize hiçbirşey talep etmemişken üstelik, sırf içinden geldiği için.Şimdi sırada hastaneler var. Hastanelere pano koymak istiyoruz. Bu panolara moral verici yazılar asmak, yalnız değilsiniz demek istiyoruz. Yapacak çok iş var. Belki zamanla kuvöz sayısı bile artırılabilir. Hayatın kıymetini hepimizden çok bilen bu bebekler için siz de bir ucundan tutar mısınız? Sesimizi duyurmak için yanımızda olur musunuz? "
İşte bir hafta daha bitti. Cuma akşam üstü ve Cumartesi tüm gün yeğenimi sevmekle zaman geçirdim. Çok tatlı, inanılmaz güzel bir kız oldu. Giderken de "Gitmek istemiyorum" diye ağlayarak kalbimi parça parça etti eşşek. Neyse, abime ve yengeme yeğenimi daha sık görmek istediğimi ve hiç değilse iki ayda bir filan getirmelerini söyledim ama bilemiyorum.
Cumartesi Ölüdeniz'e gittik ve herhalde sezonun son denizine girdim. Aslında Ölüdeniz'in en güzel zamanları şimdi. Ortalık tenha, deli gibi sıcak yok, deniz serin. Muhtemelen bu hafta yine Şat'a kaçarım ama denize girer miyim bilemiyorum.
Günler birbirinin aynı geçip gidiyor. Bir şikayetim de yok. Deniz beyle uğraşıp duruyorum. Bu sene böyle kavga gürültü geçecek anlaşılan, yapacak bir şey yok.
İşte böyle günlükçüm. Hayat aynı olunca yazacak pek bir şey de olmuyor.