21 Şubat 2007

Ben bir zamanlar Zeyna değil miydim? Hala da öyleyim!
İlk ilaçları yedik bakalım. Fena değilim, çok iyi değilim haliyle ama bu durumda fena olmamak bile moral düzeltiyor.İstanbul'dayım hala, Pazartesi günü bir doz daha ilaç alıp eve Fethiye'ye geri döneceğim. Evimi, oğlumu, annemi, ablamı çok özledim. Burada da yeğenim çok iyi bakıyor bana, abim hep yanımdaydı, biraz önce gitti. Şu port işini de halledeceğiz bu hafta inşallah, kolumda damar kalmadı hakikaten çünkü. Günlerder tanıdık tanımadık bir sürü arkadaş arıyor, destek veriyor. Çok hoşuma gitti, büyük moral ve güç verdi bu mesajlar bana.
Yemek yiyebilmek güzel, çay içebilmek de öyle...
Solgar'ın bitki ilaçlarından aldım, düzenli olarak kullanıyorum. Galiba yan etkileri bertaraf etmekte bayağı bir işe yarıyorlar. Bir iki tane daha var onlardan da alacağım. Erken yatıp sabahın 6:30'unda uyanmak gibi bir huy geliştirdim iki gündür, sonra yine yatıp uyuyorum. Bugün gidip saçlarımı kestireceğim, uzun halinde dökülünce çok fena oluyor, evin her tarafı saç oluyor. Kısa olunca büyük dert olmuyor. Neyse ki kel kel dolaşmaya alıştım artık :) Hiç aksamıyor çünkü, ilacı aldığının 15. günü dökülüyor saçlar, neyse önümüz yaz, peruk takmaya hala sıcak bakamıyorum çünkü.
Dağılmıştım biraz, neyse topluyorum kendimi. Hala hayattayım ve terminal dönemde filan da değilim. Ona daha çok var...

16 Şubat 2007

Allahın hakkı üçmüş. Yine yiyeceğiz ilaçları bakalım. Böyle böyle ne zamana kadar giderse artık. Geberik tümörler büyümüş hakikaten dört ayın içinde. Yalnız şunu müşahade etmiş bulunuyorum ki, bu lanet kanser başladığından beri ne zaman "Tamam iyileştim, artık para kazanmam, ne olursa olsun bir iş bulmam, evime, oğluma, anneme sahip olmam lazım geliyor" diye dertlenmeye başladığım an nüksediyor. Muhtemelen bu lanet hastalığı ben çağırıyorum, hani ancak ölüm halinde hasta olursam çalışmama ve hayat hakkında dertlenmeme hakkına sahip olabilirim diye bir bilinç altına sahibim büyük ihtimalle. Ama artık böyle yapmayacağım. İki cephede birden savaşamıyorsam eğer, gücümü tek cepheye saklayacağım. Ailemle de konuştum, ben dedim artık yorgun bir savaşçıyım ve bu benim kaldırabileceğimin üzerinde bir yük oluşturuyor. Ne yaparsanız yapın, beni gündelik dertlerden, para meselelerinden, ondan bundan azade tutun. Ben artık sadece kitabımı okuyayım, televizyonumu seyredeyim, çıkayım deniz kıyısına gideyim, hayatın anlamı hakkında düşüneyim, belki kitap yazayım.
Doktoruma da dedim ki, bu vereceğiniz ilaçlar bir işe yaramayacaksa beni artık rahat bırakın, huzur içinde göçüp gideyim. O da seni bırakmaya hiç niyetim yok, elimizde daha savaşacak cephanemiz var dedi. O böyle deyince biraz moralim düzelir gibi oldu. Çünkü eğer hakikaten bir işe yarayacağına inanmasa beni yormaz diye düşünüyorum. Bu defa moralim çok bozuldu. Çünkü hiç beklemiyordum, hani beklesem bile bu kadar kısa sürede beklemiyordum en azından. Neyse ki, ilk nüksten daha iyi bir tablo sergiliyorum. Genel durumum çok daha iyi, başka hiçbir yerimde hiçbir şey yok. Sadece karaciğerimde iki tümör büyümüş ki, bunlar da ilk hallerinden daha küçük durumdalar. Yani geçen Mart ayında "yaşasın küçülmüşler" diye sevindiğim günlere döndüm. Bir de çok kızdım, çok kızdım. Yeter artık. Bedenim bu kadar üsüste ilacı nasıl kaldıracak hiçbir fikrim yok ve bu defa alternatif tedaviden de yardım alacağım. Ne kadar bitki ilacı varsa yutacağım. Dört tane ilaç belirledim Solgar'dan onları alacağım, gerçekten kemoterapi sırasında oldukça yardımı oluyor bunların. Yeğenim de beni bir biyo-enerji uzmanına götürecek, biliyorum bunlar umutsuz durumda olan hastaların yaptıkları şeyler genellikle ama denemekten de bir zarar gelmez en azından. Bakalım, yine hayattan gün çalma çabaları başladı işte...

14 Şubat 2007

Haydi bakalım, sabah uçuyorum İstanbul'a. Uçaktan da doğru hastaneye. Takke düşecek kel görünecek yani.
Bugün de hiç midem bulanmadı ve akşam da bir güzel oturdum afiyetle yemek yedim. Bilemiyorum psikolojik de olabilir, iştahsızlığım ve mide bulantım geçmiş de olabilir. Bana şans dileyin arkadaşlar. En büyük isteğim, yarın o hastaneden elimde telefon sağı solu arayarak, "Yokmuş bişeyim" diyebilmek ve ertesi gün evime dönüp yeniden hayatıma devam edebilmek. Neyse, bir şeyimiz varsa da var, onu da defederiz!

12 Şubat 2007

Bugün tomografim çekildi ve karaciğerimde daha önce 1 ve 1.5 cm olan tümörlerin, 2 ve 3 cm olduğu söylendi. Valla bu defa Ömer görene kadar bu tomografileri hiç inanmıyorum kanserin nüksettiğine. Ne bu be aaa, yeter artık. Daha önceleri kendimi hiç mi hiç kandırmadım. Asla hayır inanmıyorum filan demedim. Bilmiyorum tabii kendimi kandırmak da istemiyorum ama, bu defa bu işte bir yanlışlık var gibi geliyor bana. Bir hafta öncesine kadar hiçbir şeyim yoktu yani. Bir haftadır yoğun bir iştahsızlık ve mide bulantım var ama, tam 10 gün 400 mg antibiyotik içtim ve yanında vitamin filan da almadım. Neyse doğmamış çocuğa don biçmiyoruz ve Çarşamba gününü bekliyoruz. Nüfus kağıdımı kaybettiğim için yarın gidemiyorum İstanbul'a. Yarın nüfus kağıdı çıkartmakla uğraşacağım, tabii Akarca mahallesi muhtarını yerinde bulabilirsem. Ama valla kaymakama kadar çıkarım. Yanıma sağlık karnemi de alayım da, benim ben olduğuma ikna olsunlar bari. Var olman yetmiyor bu devlete çünkü, varlığını 8 ayrı evrakla da kanıtlaman gerekiyor.
Gerçi ilk nüksden daha hafif bir tabloyla karşı karşıyayım. Belim iyi, yürümem gayet iyi, başka bir yerimde ağrı sızı yok. Diğer organlarım temiz, akciğerlerim temiz. Karaciğer enzimleri dışında kan tahlillerim gayet düzgün. Basacaklar yine bana taksoteri ben ona yanıyorum. Taksoter hakikaten fena yapıyor insanı çünkü. Galiba bu defa da haftada bir yapacaklarmış, yapsınlar bakalım, ben de bu kanserden ölürsem bana da Devin demesinler. Ölmeyeceğim! İnadım inat kıçım iki kanat! Sinirimi sadece şu bozuyor, tam biraz kendime geliyorum, hayatımla ilgili düşünmeye başlıyorum, gümm yeniden yeniden... Biraz huzur be, biraz zaman başka bir şey istemiyorum yahu. Yani kronik olarak sürekli hasta olsam, yatak yorgan yatsam daha iyi. Ama böyle bir iyileşiyorsun, bir bozuluyorsun, insan yoruluyor.


Bu blogun adını "Evde oturan ve hiçbir yere çıkmayan kedi" olarak değiştirsem hiç fena olmayacak. Yine yaklaşık bir haftadır çarşıya bile inmeme rekorunu kırmış bulunuyorum. Neyse bugün şeytanın bacağını kırdık ve en büyük sosyal faaliyetimiz olan pazara gitmeyi başardık.
Haydi bakalım yine geldi çattı kanser kontrolü günleri. Önümüzdeki hafta doktorda ve tomografide filan geçecek. Ayın 19'undaki ilacı aldıktan sonra da İstanbul yollarına döküleceğim yine. Kendimi bir Ömer'e göstereyim bakalım. Geçen gün dizim acayip ağrıdı. Aslında bir gün önce de ağrıyordu ama pek iplememiştim, ertesi gün de şiddetle ağrıyınca bayağı bir korktum, yani beni ağlatacak kadar şiddetli ağrıdı ki en son hem kanser dolayısıyla belim manyak gibi ağrırken ve aynı zamanda böbrek krizi geçirirken ağlamıştım o derece yani. Neyse iki tane apranaks yuttum ve üzerine sıcak su büyotu koyup bütün gün oturdum da geçti. Dünden beri de ağrımıyor çok şükür. Havalar bir acayip, nem çok fazla, ben çok hareketsizim, bütün gün oturuyorum, e haliyle her yanım ağrıyor.
İçtiğim antibiyotik midemi çok kötü yaptı. Ne yesem midem bulandı bir kaç gün, şimdilerde biraz azaldı. Şimdi sadece bira içtiğimde midem bulanıyor ki bu benim için bir felaket demek! Geçen gün aldığım üç bira iki tanesi yarım içilmiş olarak duruyor hala. Olacak şey değil yani. Bu akşam yine bir deneme yaptım, ııh içemiyorum.
Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Bu kış çok baydı artık beni. Yaz gelsin istiyorum, yüzmek istiyorum. Bütün gün evde salaklanıp duruyorum. Zaten günün yarısı uykuda geçiyor, ne kadar erken uyursam uyuyayım, öğleden önce yataktan kalkmıyorum. Böyle bir sıkıntılı haller içindeyim. Şöyle bir param olsa, bineceğim bir gemiye üç ay filan seyahat edeceğim.

06 Şubat 2007

Cuma gününden beri bir telaş, bir koşturmaca. İzmir'den abim, karısı ve kızı geldiler. Halasının güzeliyle iki gün geçirebildik ancak. Çok tatlı bir çocuk olmuş, bir de güzel, akıllı, uslu sorma gitsin. Cumartesi-Pazar yaklaşık beş aydır evden çıkmayan Jale hanım sultanı gezdirdik. Cumartesi Kayaköy'e, Pazar'da Ölüdeniz'e gittik ve ben bir kere daha kendime acayip kızdım. Belcekız'da öyle güzel bir yer yapmışlar ki, çok hoşuma gitti, sahile değişik renkli renkli şezlonglar koymuşlar, git otur, çayını iç, biranı iç, gazeteni oku, kitabını oku, hiçbir şey okumadan boş boş denize bak yani. Ama kararlıyım artık, Cuma günlerini Pazar günü ilan edip her cuma mutlaka bir yere gideceğim. Ölüdeniz olur, Kayaköy olur, Karataş Plajı olur, mutlaka çıkacağım. Böyle evde otur otur öküz gibi aaaa. Neden Cuma? derseniz açıklayayım: Bir kere mübarek bir gün hepinizin bildiği gibi, sonra da evimizin çalışanı Seyhan, cumartesi öğlene kadar geliyor, pazar günleri de izin yapıyor haliyle. O yüzden Jale sultanı evde yalnız bırakmamak gerekiyor. Sonuç itibariyle Perşembe gününü de pazar ilan edebilirdim ama hadi Cuma olsun dedim.
Neyse, boynumda çıkan münasebetsiz beze, bir haftalık antibiyotik bombardımanından sonra küçüldü biraz. Bugün Ömer'i aradım ve bir hafta daha antibiyotik içeceğimi öğrendim, ay artık kusmak üzereyim bu ilaçlardan yani.
Bugün Deniz efeyle birlikte ona bir bilgisayar almak üzere yola çıktık. Ama önce Devlet Hastanesi'ne gidip ilaç yazdırdık (antibiyotik 40 lira yazdırmazsan da o bakımdan), oradan çarşıya indik ve bir sürü bilgisayarcıya baktık. En sonunda benim bu nadide blogumu da yazdığım bilgisayarımı aldığım Bakırcılar Bilgisayar'a gittik. Orada Hakan var ve gerçekten son derece nazik ve ilgili bir satıcı. Bize baktı ve "Napçaksınız laptopu, elinizdeki paraya anca geri teknoloji bir şey alacaksınız, bir saat oyun oynayacaksınız ve şişecek, çalışmayacak en iyisi ben size şöyle ballı börek bir masa üstü bilgisayar vereyim" dedi, eh benim de aklıma yattı. Bu elimdeki bilgisayar valla 3.5 yıldır canavar gibi çalışıyor ve daha iki kere format yedi. Bir keresinde anakartı yanmıştı ondan, bir kere de Akyaka'dan Fethiye'ye geldiğimde müthiş bilgisayar uzmanı Erol'un verdiği hasarları tamir etmek için. Neyse, bilgisayarımızı sipariş ettik, Çarşamba akşam üstü geliyor. Bu arada benim Mart-Nisan gibi düşündüğüm oda değişimini de ya yarın ya da çarşamba günü yapmak zorunluluğu doğdu. Oğlanın bilgisayarını koyacak yeri yok odasında çünkü. Sonra da boncukçu senin, kebapçı benim dolaştık oğlanla. Tabii en son durak olarak Sultan Pastanesi'nde oturduk biraz. Eve geldim ki bayağı yorulmuşum, hani şöyle televizyon seyredip, çanta öreceğim. Sevgili arkadaşım Özay, msn'den mesaj atarak, gittigidiyor'da bugün bedava listemele var dedi. Haydi, ben bu saate kadar gittigidiyor'a bedava mal koyacağım diye uğraştım durdum. Neyse, gün bitti de kasmaktan kurtuldum! Yukarıda gözünü para bürümüş ben'in bu akşamki halini görüyorsunuz. İşte böyle!

Hava acayip soğuk. Dışarıda resmen ayaz var ve Babadağ ile Mendos'a kar yağmış bulunuyor. Oralara kar yağdı mı buralar soğuk olur, böyle de bir güzelliği vardır şirin Fethiyemizin. Aslında akşam erken dönebilseydik, sahil tarafından dağların fotoğrafını çekecektim ama eve anca karanlıkta girebildik. Böyle uzun yollar yürüdüğüm zaman bayağı bir yoruluyorum ama bir yandan da seviniyorum, geçen sene bu zamanlar iki metre yol yürüsem yorgunluktan ölecek gibi oluyordum.

02 Şubat 2007

İnsan hiçbir şey yapmayınca, aklına yazacak bir şey gelmemesi de normal tabii! Bugün büyük ısrarlar sonucu yataktan erken! kalktım (öğlen 12 civarında). Deniz ve ablamla birlikte çarşıya inmek üzere evden çıktık, yolda Deniz'in amcası aradı ve ona bir laptop alacağını haber verdi. Bizim oğlan üstünden parkasını çıkardı ve yaklaşık bir 100 metre koşup, tekrar koşarak geri geldi. Eh, bayağı sevinçli bir haber, tabii benim için de, böylece yataktan hiç kalkmayıp, bilgisayar işlerini de oradan halledebileceğim (hınzır sırıtma). Efendim çarşıda birşeyler yedikten sonra ablam berbere gitmek üzere bizden ayrıldı. Biz de Deniz efeyle birlikte dolaştık. Boncukçuya gidip biraz malzeme aldım. Sonra da eve geldik işte. Gecenin körüne kadar televizyon seyrettikten sonra odama çıktım.
Ne zamandır şöyle absürt bir rüya da görmüyorum ki yazayım! Üzerimde üzerinize afiyet bir sıkıntı da var. Galiba adrenalin eksikliği çekiyorum, gayet dingin bir hayat, kavga yok, gürültü yok, ses yok, soluk yok. En büyük dert, Deniz beyin dersleri.
Şu boynumdaki lanet şey bana hiç küçülmedi gibi geliyor ama ablama ve Seyhan'a göre küçülmüş. Küçülse iyi olacak, hiç İstanbul'a gidesim yok çünkü. Gerçi, çok büyük ihtimalle grip durumundan kaynaklanan bir beze ama, ruhsatlı kanser hastası olunca, vücudunda çıkan her abuk sabuk şeyin kanser şüphesiyle taranması gerekiyor. Neyse antibiyotiğin bitmesine daha üç gün var ve hani küçülmese de büyümedi de. Bakalım, üç günün sonunda Ömer ne diyecek.
Dışarıda yağmur başladı. Of artık yaz gelsin, pencere kapı kapalı oturmaktan sıkıldım. Bir de yazın insanın canı dışarı çıkmak istiyor, şimdi Çalış'a gitsek akşam vakti, gece dönmek için dolmuş bulur muyuz, bulmaz mıyız diye üşeniyor insan ama yazın her akşam gidip yüzeceğim, çünkü yüzme hakikaten belime çok iyi geliyor. Bütün yaz hiç ağrı kesici içmeden yaşadım, kış geldi, her gün bir apranaks var maşallah. Neyse ne demiş atalarımız, en kötü günümüz böyle olsun!


View My Stats