31 Mayıs 2006

Yarın yine yolculuk var, Perşembe günü takacaklar iğneyi koluma. Neyse taksınlar, hiç şikayetim yok valla. Doğanın ve genlerimin benim için biçtiği ömrü tamamladım, tıp marifetiyle yaşıyorum. Özden teyze, kanser kemiklerine sıçradıktan sonra ancak 1.5 sene yaşayabilmişti çünkü. Bu 1.5 senenin büyük bir kısmını da ağrılar, sancılar ve çıtır çıtır kırılan kemiklerle geçirmişti. Benim teşhis koyulalı 8 ay oldu, neyse nazar değmesin. Şu sitenin bir kenarına bir nazar boncuğu asayım bari.
Bu arada bir köpeğim daha oldu galiba. Kapıya gelen şahane bir şey, bakalım sahibi çıkmazsa benimdir. Şimdilik çok sahiplenmemeye çalışıyorum, cins bir şey, kaybolma ve sahiplerinin bunu arama ihtimali yüksek. Bizim sokak cins sokak köpeği kaynamasına rağmen ikinci bir köpek almayı hiç düşünmemiştim ama bunu daha görür görmez o kadar çok sevdim ki. Bir de daha çok bebek, acıdım çok hayvana. Bakalım, bir hafta sonra da sahiplerinden ses seda çıkmazsa artık bizimle birlikte yaşar inşallah. Veterinere götürdüm, labrador olduğunu söyledi ama saf kan mı bilmiyorum ve bunun hiç bir önemi de yok. Bizim serseri Biber'in bir cinsi filan yok çünkü, ama kendisini acayip seviyorum.

28 Mayıs 2006



İlkokulu bitirdiğim gün, Deniz'in şimdiki yaşındayım, annem de benim şimdiki yaşımda. Aradan 33 sene geçtiğine inanmak ne kadar zor. Ayağımdaki ayakkabıların renklerini hala hatırlarım. Bir alışveriş sırasında babam almıştı onları ve ben öyle beğenmiştim ki, neredeyse yatağa bile onlarla giriyordum. Herkes ne kadar genç... O zamandan bu zamana ne kadar çok şey oldu. Babam gideli 20 yılı geçti... Neyse ki annem ve ablam hala benimle.

26 Mayıs 2006


Kurtuba
Uzakta tek başına

Ay kocaman at kara
Torbamda zeytin kara
Bilirim de yolları
Varamam Kurtuba'ya

Ovadan geçtim yel geçtim
Ay kırmızı at kara
Ölüm gözler yolumu
Kurtuba surlarında

Yola baktım ama yol uzun
Canım atım yaman atım
Etme eyleme ölüm
Varmadan Kurtuba'ya

Kurtuba
Uzakta tek başına
(Federico Garcia Lorca)

25 Mayıs 2006


Ne kadar çok yönlü ve marifetli bir insanım yarabbim. Pasta da yapabiliyorum.

24 Mayıs 2006


Dünyanın en tatlı kedisiydi, Zeytin... Simsiyahtı, yaramazdı, hırsızdı. Göbeği hep dolu ve kocaman olmasına rağmen, bir şeyleri yürütmeyi ve koklayıp bırakmayı zevk haline getirmişti. Bir keresinde Erol'un elindeki sandviçin içinden kaşar peynirini kapmıştı da günlerce gülmüştük. Kendisini aşırı severdim ben. Ölümünün üzüntüsü hala içimdedir. 9 sene baktığım Pöti'den (kendisi gayet sağ ve sağlıklı, evlatlık olarak kapılandığı ailenin yanında orta boy bir penguen boyutunda yaşıyor, o da güzel kediydi, hikayesi başkadır) sonra yeğenim getirmişti onu bana, bir de dişi olduğunu iddia etmişti ki yüzüne bakan erkek olduğunu anlardı aslında. Çok delikanlı kediydi. Bir yaşını doldurmadan öldü gitti... Ondan sonra başka bir kedi alamayacağımı düşünmeme rağmen pazar günü minicik bir kediyi görünce yine dayanamadım.... Biber beyi ve yeni Minnoş hanımı da çok çok seviyorum ama Zeytin'in yeri hep ayrı olacak kalbimde (Biber'e sık sık Zeytin diyorum zaten). Bu fotoğraf, tedavimin ilk başladığı günlerden, yorgunluktan bitap, koltukta uyumuşum, Zeytin'de her zaman yaptığı gibi gelip kucağıma yatmış. Canım ya, nasıl özlüyorum onu...

22 Mayıs 2006


Kayaköy, Gemiler, Akyaka, yine harala gürele geçen bir hafta sonu, cumartesi günü önce İnlice'ye gittik, çocuklar ve Erol denize girdi ama çok rüzgar vardı ben üşürüm diye girmedim. Biraz güneşte oturdum. Sonra hep beraber Göcek'e gittik, Blue'da oturup bir şeyler yedik, Murat'la sohbet ettik, kendime çok güzel pembe şile bezi bir elbise aldım Göcek'ten. Pazar günü, Gemiler'e gittik, orası için çok üzülüyorum, dünya harikası bir yer ama teknelerin sintine boşaltması yüzünden denizi kirleniyor giderek. Ben bu sefer de taşlık olduğu için giremedim denize, kendimi suya atmaya cesaret edemedim. Cuma akşamı durmadan havlayıp kafamı şişiren Biber efendiyi balkondan içeri sokmak için çekelerken biraz belimi ağrıttım çünkü. Gemiler'den dönerken, Kayaköy muhtarı Erdoğan amcanın ünlü saat kulesinin yenilendiğini gördüm, sütunun üzerine bu sefer daha acayip bir saat koymuşlar.
Akşam Yunus'u Akyaka'ya götürürken, her zaman mola verdiğimiz benzincide bir süprizle karşılaştık. Oradaki "dükkan"ın sahibi bize bir yavru kediyi satıverdi (tabii ki para filan vermedik). Minnacık enfes güzellikte bir şey, Biber çok heyecan yaptı, uzun uzun kokladı, ne bu diye evirip çevirip baktı. Adını Minnoş koydum. Bakalım, inşallah Biber ayılık etmez de hayvanı seveyim derken öldürmez. Yakında bahçeye bir de ördek havuzu yapacağım. Böylece kendimi iyice börtü böceğe ve hayvan sevgisine adamış, doğaya ve çevresine saygılı bir insan olaraktan yaşamanın zevkine varacağım. Ne de olsa kanseriz, böyle olunca millet aniden hümanist sevgi kelebeği olur ya hani, ben de kendimi naturaya vereceğim işte...
Yalnız, arka koltukta 1 köpek, 2 çocuk ve 1 ananeyle seyahat etmek öyle Amerikan filmlerindeki gibi pastoral tatlar vermiyor, kavga çıkıyor, aman diyeyim.
Cumartesi gecesi çok güzel bir film seyrettim, Notebook diye, adamım John Casavettes'in oğlu Nick Casavettes'in. Uzun zamandır böyle güzel bir film seyretmemiştim. Ben ki romantik aşk filmlerinden genelde tiksinirim ama bu hakikaten çok güzeldi. Mırıl mırıl, sapsade, hiçbir duygusal aşırılığa, konu çok elvermesine rağmen hiçbir zulu zırtlak duygusallığa yer vermeden, enfes bir hikaye anlatmış. Bazen şu sinemayı iyi ki keşfetmişler diyorum, aslında bazen değil sık sık diyorum bunu...

19 Mayıs 2006


Güle gül,
Güle gülmek
Güle isyan
Sana
Gül,
Gülmek
Ve isyan yaraşır

Ağustos 1981 (Yazarı kendini bilir)

18 Mayıs 2006

Dağınık saçlı, sarışın çocuk...
ve dünyanın en yakışıklı madencisi...


Yarısı burdaysa kalbimin
yarısı Çin'dedir, doktor.
Sarınehre doğru akan
ordunun içindedir.
Sonra, her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
Yunanistan'da kurşuna diziliyor.
Sonra, bizim burda mahkûmlar uykuya varıp
revirden el ayak çekilince
kalbim Çamlıca'da bir harap konaktadır
her gece,
doktor.
Sonra, şu on yıldan bu yana
benim, fakir milletime ikrâm edebildiğim
bir tek elmam var elimde, doktor,
bir kırmızı elma :
kalbim...
Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden
bende bu angina pektoris...

16 Mayıs 2006

İyi ki doğdun, sevgili yeğenim, bugün senin doğum günün. Belki uzaklardaki teyzenden bir doğum günü hediyesi olur bu satırlar sana.
Doğduğunda annen 21 ben 16 yaşındaydık. Şimdi düşünüyorum da, iki çocuk çocuk bakmışız meğer. Kendimizi ne kadar büyük, ne kadar olgun zannediyorduk, öyle herşeye kadirdik ve öyle herşeyi yapabilirdik ki, annen bir çocuk yapmakta hiçbir beis görmemişti mesela. Ama biliyor musun, iyi ki de görmemiş, iyi ki de doğurmuş seni... Seni ilk gördüğüm günü hiç unutamam. Beşiğinde yatıyordun, dünyanın en güzel bebeği senmişsin gibi gelmişti bana -ki öyleydin.
Uzun yıllar doğuramadığım çocuğum oldun sen benim. Doğurdum da bir şey değişti mi? Sadece sana bir kardeş geldi... Seni seviyorum.

14 Mayıs 2006


evvel zaman içinde dostlar
ağaçlara ev kurardık
tatlı bir düş içinde
bir yere bir göğe bakardık
gönlümüz kuş gibiydi dostlar
dünyaya kanat açardık
tutsak değildik zamana
başına buyruk yaşardık
çocuklardık
parlak yıldızlardık o zaman
ay büyülüydü, yakamoz, deniz
ardından koştuğumuz o baharlar
çocuklardık
parlak yıldızlardık o zaman
artık dönemesek de geriye
ardından koştuğumuz o zamandır
o zaman bu zamandır dostlar
ne ister neyi özleriz
denizini arayan
akarsulara benzeriz
pencereler bırak açık kalsın
geceleri yağmurlar yağsın
günebakan düşlerimiz
yağmur sesiyle çoğalsın
çocuklardık
parlak yıldızlardık o zaman
ay büyülüydü, yakamoz, deniz
ardından koştuğumuz o baharlar
çocuklardık
parlak yıldızlardık o zaman
artık dönemesek de geriye
ardından koştuğumuz o zamandır

13 Mayıs 2006


Sevgili doktorlarım, Prof. Dr. Ömer Uzel (kendisi gayet yakışıklı ve genç bir profesörümüzdür) ve Uzm. Dr. Didem hn. (soyadını öğrenemedim gitti). Yine bana gayet iyi baktılar ve ikisi birden böyle iyi gidersem herceptine'yi (nam-ı diğer hayrettin) ömür boyu kullanabileceğimi söylediler, aslında Ömer "Allah ne verdiyse" dedi tabii ki :). Bu arada tıp öğrencilerine zonamı gösterip, "Bilin bakalım bu nedir?" yaptık, düşündüler baktılar, neyse ki bir tanesi zona mı hocam demeyi başardı. Herkese kurabiyelerini verdim, inşallah hoşlarına gitmiştir ki gittiğini düşünüyorum. Kemoterapi odasına yeni gelen (Safiye hemşire servis katına çıktı) ve yine adını unuttuğum hemşire hanım ki son derece güler yüzlü, tatlı bir hemşire o da, nöbetten çıktığı ve saçı başı dağınık olduğu için fotoğraf çektirmedi, 1 Haziran'a süslenmesini söyledim ben de. Benden başka iki kadın daha vardı ilaç alan, bir tanesini tanıyorum da öteki yeni başlamış, yazık kadında on yıl sonra nüksetmiş meme kanseri, insan üzülüyor görünce, eh kurtuldum artık demiştir muhtemelen. Karaciğerindeymiş onun da, taktılar koluna taksoteri, başına gelecekleri bildiğim için ona da üzüldüm bir yandan ama her zamanki gibi bir sürü acayip espiri ve laga luga yaptım haliyle. İlaçtan sonra Didem hn. beni muayene etti ve herşeyin iyi olduğunu söyledi. Hadi bakalım, üç hafta sonraya allah kerim. Hastaneden sonra Beyoğlu'nda Selma'yla buluştuk, Çiçek Pasajı'nda oturup birer kadeh şarap içtik. Doktorlarım duyarsa beni öldürürler muhtemelen, kemoterapiden çıktın şarap mı içtin diye. Neyse ki, kemoterapide, kolumda iğne poker oynamama ve damarı çatlatmama alışkın doktorlar bunlar. Dün gece geldim İstanbul'dan, eve geldim ki elektrikler kesik, ben de erkenden yattım ama tüm gece uykuyla uyanıklık arasında yattım yatakta, sabahın altısında da uyandım. Bir sürü dizi seyrettim, yine uyumuşum. Fakat daha önce verdikleri taksoterle (ki hakkını yemek istemem, karaciğerimi iyileştirdi), bu hayrettin arasında dağlar kadar fark var gerçekten, o ilacı aldıktan sonra 10 gün kendime gelemiyordum, hiçbir şey yiyip içemiyordum bile. Daha koluma taktıkları an sersemliyordum, eve gelir gelmez ishal oluyordum filan. Kafam yastıktan kalkmıyordu resmen. Bu herceptine hiçbir şey yapmıyor hakikaten de, bugün alışverişe gittim, kan tahliline gittim -neyse kanım düzelmiş, evde bir sürü çiçek diktim, sabah home tv'de bir yemek programında gördüğüm patates püresini yaptım, sonra da oturdum tart pişirdim. Şimdi de bir bira açtım valla. Bir İstanbul macerası da böylelikle bitmiş oldu. Bakalım böyle gide gele ne kadar zaman geçecek. Hayattan bir süre daha çaldım gibime geliyor. Bakalım...

10 Mayıs 2006

Neydi o şarkı? Ağrılar sancılar gelir... Ağrıdan tabanı yanmış it gibi dolaştım ortalarda. Ne ağrılı bir meretmiş bu zona dedikleri. Akşam da artık dayanamadım ve gidip iğne oldum. Kalçadan iğneden de pek korkarım hani yani, neyse yedim voltareni biraz azaldı ağrısı. Gecenin geri kalanında da cerrahpaşa radyasyon onkolojisi için kurabiye pişirdim. Emine Beder ablam sağolsun, ne yaptıysam gayet lezzetli oldu. Niyetim herkese ayrı bir çeşit yapmaktı ama zona yüzünden birkaç çeşit yapabildim ancak. Bugün gidip ambalajcıdan güzel kağıtlar ve kağıt torbalar aldım süslü süslü, kurabiyeleri onların içine koydum. Hepsi bana çok iyi davranıyor, şimdi birine götürsen öbürüne götürmemek olmaz diye üç doktor, üç hemşire, iki görevli ve bir laboratuvar görevlisine kurabiye yaptım. Belki fazla olursa eczaneye de veririm bir torba. Ömer'e ve ablama da yarın ekmek yapacağım. Ömer istersen pazartesi gel demişti ama pazar akşamına bilet kalmamış, o yüzden yarın gidiyorum İstanbul'a. Gitsem de ağrıyor, gitmesem de nasıl olsa, hiç değilse giderim, aradan çıkmış olur. Perşembe günü hastane çıkışında Selma'yı da görürüm, belki Hale'ye uğrarım, fazla ağrım olmaz inşallah bakalım. Belki serumla verirler bir ağrı kesici. Voltaren'de insanın kıçını ağrıtıyor fena halde, yiyorsun zaten, onun acısından esas sancıyı unutuyorsun.
Niyetim bir tane enjektör fotoğrafı koymaktı bugün ama, herhalde sunucuda bir sorun var, koyamadım.

09 Mayıs 2006

Kıdrak koyuna yaptığımız bir gezide çektiğim fotoğraf. Gün batımı ve bulutların rengi çok güzeldi. Havalar da bir doğru dürüst ısınamadı gitti. Hoş ısındı mı da tam ısınıyor ama akşamları en azından balkonda oturmak istiyor artık insan. İngiliz vatandaşlarımız başladılar denize girmeye ama bana soğuk geliyor henüz.
Diplomasız doktor Jale'nin koyduğu teşhis doğru çıktı. Zona olmuşum, doktorun dediğine göre de "dört dörtlük zona"ymışım. Bağışıklık sistemi çökünce, saçma sapan ne hastalık varsa bulup çıkartıyor bünye, kanserden değil bu acayip hastalıklardan ölüp gideceğim valla. İstanbul'a giderayak bu eksikti, Ömer tedavimin aksamayacağını ama bir bakacaklarını söyledi, bakalım ne olacak. Aslında yarın arayıp, canımın çok yandığını ve ilacı biraz ertelesek bir sorun olup olmayacağını soracağım. Bu halde nasıl giderim hiç bilmiyorum çünkü, bayağı canım yanıyor. Bir de şimdi yapmayalım bir hafta sonra gel derlerse hiç hoş olmaz doğrusu. Zona için ilaçları almaya başladım ama ne zaman etki eder kim bilsin. İnsanın sağlığı bir bozulmaya görsün zaten, gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Bu akşam mutfağa giremedim bile. K-Pax diye bir film seyrettim televizyonda, çok da beğenmedim.

08 Mayıs 2006


Süzülüp mavi göklerden yere doğru
Omuzuma bir beyaz güvercin kondu
Aldım elime,usul usul okşadım
Sevdim,gençliğimi yeniden yaşadım
Bembeyazdı tüyleri,öyle parlaktı
Açsam ellerimi birden uçacaktı
Eğildim kulağına;dur,gitme dedim
Hareli gözlerinden öpmek istedim
Duydum;avuçlarımda sıcaklığını
Duydum;benden yıllarca uzaklığını
Çırpınan kalbini dinledim bir süre
Ve uçmak istedim onunla göklere
(Ümit Yaşar Oğuzcan)


Normal hafta sonu, üstte Babadağ ve Mendos. Akyaka'dan dönüşte böyle bir manzara vardı. Her zaman papatya topladığım tarladan yine bir sürü papatya topladım, ev hiç taze çiçeksiz kalmıyor bu tarla sayesinde. Yunus, Biberle ilgilenir zannetmiştim ama pek ilgisini çekmedi gibi, hani cici köpek diye seviyor ama o kadar. Bir kaç gündür saçma sapan bir alerji sorunuyla uğraştığım için keyfim bayağı kaçık. Canım yanıyor, canım yanınca tepem atıyor, e yetti yani diye. Sürmediğim merhem kalmadı, bana mısın demiyor meretler. Perşembe günü hastanede göstereceğim, bakalım ne olacak. Annem zona olabilirsin diyor ama o her zaman en kötüsünü düşünür. Yarın bir Ömer'i arayıp böyle bir ihtimal olabilir mi diye sormak lazım geliyor, hani zona olmuşsam tedavi ne olur diye.
Cumartesi günü sözde pikniğe gidecektik, cuma gecesi bir sürü şey pişirdim ama yağmur yağdı gidemedik, biz de akşam yemeğinde yedik. Bu gece de zencefilli bisküvi pişirdim, üstlerini de çikolatayla kapladım, bayağı lezzetli oldular. Bakalım sabah Deniz kahvaltıda yer inşallah. Aslında kalkıp çocuğa kahvaltı hazırlamayı çok istiyorum çünkü ben kalkıp hazırlayınca kahvaltı ediyor garibim, ama yapamıyorum, bir kaç gün kalktım ama çok yoruldum. Çok yorgunum zaten o yüzden oturmuyorum yerimde, bir oturursam bir daha kalkamayacakmışım gibi geliyor. Uykularım da kalitesiz, yorgun uyanıyorum. Keyifsizim yani.

05 Mayıs 2006

Bir köpeğim(iz) oldu. Adını Biber koyduk. Dün gidip buradaki Hayvan Dostları Derneği'nin barınağından evlat edindik kendisini. Geldiğinde ameliyatlı olduğu için bütün gün ve gece boyunca uyudu ama bugün kendisine geldi bayağı. Sağı solu karıştırıp, onu bunu kemirmeye başladı bile. Kendisine kemirebileceği bir battaniye ve yastık verdik ama bunlarla yetinir mi bilemiyorum. Hareketli ve akıllı bir köpeğe benziyor. Kendisine sosyete köpeği muamelesi yapıyorum, pire ilacı için bile veterinere gittik bugün. Erol üzerinde üç tane kene buldu çünkü. Deniz dün, "inşallah uzun yıllar bizimle birlikte yaşarsın" diyerek sevdi onu, bakalım yarın Yunus gelince ne yapacak.
Dün çok ağrım vardı, parol üstü apranaksla anca ayakta durabildim ama bugün iyiyim. Salı günü Çalış plajına kadar yaklaşık 1 km. yürümek biraz abartılı oldu sanki ama o yürüyüş çok iyi geldi bana. Sahilde oturup bir bira içtim, tam patatesleri yemek üzereyken, Deniz ve Erol geldiler, Erolla da birer bira içtik. Milletin gelip de tatil yapmak için bir yıl beklediği bir yerde oturup, evden çıkmamak, çıkınca da ya pazara ya da Gima'ya gitmek bize mahsus bir gerzeklik türü olsa gerek. Hoş, önünde bir havuz olsa, milletin tatil yapmak için para verdiği bir evde oturuyoruz o ayrı ama yine de arada sırada bir sahile filan gitmek lazım yani.
Akşam da Sultan Pastanesi'ne sipariş verip yaptırdığım kedidili bisküvisi ile pasta yaptım ve bisküvileri bana çok pahalıya sattıklarına karar verdim, hem de biraz kalın yapmışlar, en iyisi İstanbul'dan almak herhalde. 5 gün sonra yine İstanbul'a yolculuk var. Şu üç haftada bir ilaç işi olmasa, kanser olduğumu filan unutacağım zaten. Bakalım, daha 3 kere ilaç alacağım, sonra yine tomografi var. Cerrahpaşa'da tedavi olan bir hasta "tedavisi hastalıktan zor" demişti bir keresinde, haklı valla. 8 aydır tedavi oluyorum, bitemedi gitti. Son üç yılım tedavi olmakla geçti zaten, neyse buna da şükür, olacak bir tedavi var hiç değilse.

04 Mayıs 2006

Fikri Sönmez (Terzi Fikri)

1939 - 4 Mayıs 1985
Bir kitaba başlar gibi
Koşarken yavaşlar gibi
Ölen arkadaşlar gibi
Sessiz sitemsiz...

01 Mayıs 2006


Güzel günlerdi, zordu ama bizimdi. Hayatımın en güzel aylarıydı belki de. Her sabah o küçücük ofisin kapısını açıp, "günaydın bilgisayarcım" diyerek masama otururdum. Kapıları sarıya boyayıp yere yeşil halı serme fikrine ablam baştan pek sıcak bakmamıştı ama sonra çok güzel olduğunu o da kabul etti. Evdeki yemek masalarından çalışma masası yapmıştık kendimize. Geceleri yerde koca koca böcekler gezerdi, sabahladığımız zamanlarda, ben kanapede yatardım ama ayakkabılarımı çıkarmazdım hiç.
Her sabah ilk işim Bekeeper'ı çalmak olurdu, ablamı hep onunla karşılardım. Bazen Ahmet Kaya dinlerdik, bazen opera... Çalışıyorduk, hayallerimiz ve hedeflerimiz bile olmuştu. Öğlenleri ben yemek yapardım bazen, cebimizde para varsa Nefis Pide'den döner söyler, yedikten sonra da kendimizi suçlu hissederdik. Benim canım ofisten çıkıp eve gitmek istemezdi hiç her ne kadar sabahları erken gitmeyi başaramasam da. Sonra bu "menhus hastalık" çaldı kapımızı. En çok zamanına sinirlenmiştim zaten. Herkesin sorduğu "neden ben" sorusunu ben "neden şimdi" diye sormuştum, hakikaten de hiç zamanı değildi.
O günlerimizi o kadar çok özlüyorum ki. Şimdi bir peri gelse, "dile benden ne dilersen" dese, Gizem Mefruşat'ın üstündeki, kapıları sarı, halıları yeşil ofisimize geri dönmeyi dilerdim en çok.
Sana teşekkür ederim ablacım, kısacık bile sürse, tekrardan kendime güvenebilmemi sağladığın için, bir şeyleri başarabileceğimi, yapabileceğimi, o güce sahip olduğumu bana hatırlattığın için. Var olduğun için...

Bi lodos lazım şimdi bana, bi kürek, bi kayık
Zulada birkaç şişe yakut yer gök kırmızı
Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp
Düşer üstüme akşamdan kalma sabah yıldızı


View My Stats