28 Eylül 2006

Günlükbaşı'nda bir internet cafe buldum, evde sıkılınca kaçtım geldim buraya. Daha eve telefon bağlanmadı, haftaya kadar da bağlanmayacak muhtemelen. Bekliyoruz bakalım. Fethiye yağmurlu bir kaç gündür ama sıcak. Ev her zamanki gibi, Deniz okula gidiyor, ben sabahları Jale uyanmazsa diye uyanıp onun seslenmesini bekliyorum, o seslenince de geri yatıp uyuyorum. Sonra da bütün günü kah iş işleyerek, kah televizyon seyrederek, kah Pati'yle oynayarak geçiriyorum. Taşlarımı yapamıyorum, çünkü bilgisayarım bozuk, resim basamıyorum. Bugün bilgisayarcıyı aradım, gelip alacaklar ve tamir edecekler, sağolsunlar. Pati tadından yenmez bir köpek oldu. Bütün gün peşimden ayrılmıyor. Ben nereye o da oraya. Sabahları çıkıyoruz beraber geziyoruz, bakkala çakkala beraber gidiyoruz, beraber yemek yiyoruz. Dün aşılarını da yaptırdım, böylece seneye kadar yapılacak aşısı filan kalmadı. Veteriner de "Valla arasanız böyle köpek bulamazdınız" dedi, hakikaten de öyle. Çok şahane bir köpek oluyor. Bugün cafe'ye gelirken nefis bir yavru tekir kedi gördüm ama tuttum kendimi almadım artık.
İçimde müthiş bir huzur duygusu ve rahatlama var. Şu bir sene hakikaten de kabir azabı çekmişim farkında değilmişim. Dün Dr. Mahmut Bey'le de konuştum, ilaç işimi Fethiye'de halledebileceğiz, böylece bu iş de bitmiş oldu. Tomografi ve kan tahllilerini de burada yaptıracağız. Ben tomografileri kargoyla yollayacağım İstanbul'a. Canım buradan bir yere ayrılmak istemiyor çünkü. Artık rahatıma bakacağım ve seneler önce Fethiye'ye göçerken söylediğim gibi, kır saçlı, selülitli, bilge bir kocakarı olacağım.

23 Eylül 2006

Fethiye'ye geri dönmek güzel. Eski mahalleme, eski komşularıma geri dönmek daha da güzel. Acayip keyifliyim dünden beri, gece de gayet rahat bir uyku çektim. Uzun zamandır ilk defa gerilimsiz ve aman aman şimdi ne olacak diye düşünmeden geçen bir gün geçirmek hoşuma gitti çok. Yalnız taşınmaktan fenalık geldi artık. Bir yıl içinde bu dördüncü taşınmam yahu! Buradan herkese söylüyorum, bir daha eğer, "evlencem", "taşınıcam" filan gibilerinden laf edersem, beni derhal hacir altına alın, deli raporu alın, bu kadının kanser beynini yedi bitirdi, düşünemiyor ne cezai ne hukuki hiçbir ehliyeti yoktur deyin.
Evi yavaş yavaş yerleştiriyorum, dün gittim bir de koltuk takımı aldım yeni. Sevgili kardeşim Hacer sağolsun, onun kredi kartına taksit yaptık bir sürü. Bilgisayarı dün Deniz kurdu ama bir format atılmasına ihtiyaç var. Hiçbir program çalışmıyormuş.
Bu satırları bir internet cafe'den yazıyorum ve adsl gelene kadar bir daha yazamayabilirim. Hayranlarım ve okuyucularım olarak beni merak etmeyiniz, ama şunu biliniz ki mutlu ve huzurluyum. Annem de gelince hayat yine eskisi gibi olacak çok şükür.
Bu arada özeleştiri de yapıyorum. Ama, depresyondaydım yahu. Anti-depresan etkisini gösterince hayatı doğru okumaya başladım yeniden çok şükür ve nasıl bir terör ortamı içinde olduğumu görebildim. Gerçekten de doğru ve makul düşünemiyordum. Neyse, geçici bir süre için yakınlarıma verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür diler, gözlerinizden öperim efendim.

20 Eylül 2006

Muhteşem bir insanla birlikte yaşama kılavuzu (yani çok canınız istiyorsa)

1. Suçlusunuz!
2. "Ama haklıyım" mı dediniz? Haydi canım siz de, siz ne bilirsiniz ve tabii ki haksızsınız, ayrıca ne zaman haklı olduğunuzu da o size söyleyecektir hiç merak etmeyin.
3. Bugüne kadar aldığınız bütün terbiyeyi unutun. Size yanlış, eksik ve kötü terbiye vermişler, hatta verememişler, siz terbiyesizsiniz. Ama merak etmeyin o sizi en doğru yöntemle terbiye edecektir. Bekleyin.
4. Bu güne kadar öğrendiğiniz her şeyi unutun. Her şeyi yanlış biliyorsunuz ve yanlış öğrenmişsiniz. O size en doğrusunu öğretecektir, sabredin.
5. Bu güne kadar okuduğunuz her şeyi unutun. Yanlış okumuşsunuzdur ve okuduklarınızı da zaten yanlış anlamışsınızdır. O sizin okuduklarınızın üçte biri kadar kitap okumuş olabilir ama tamamen doğru kitapları okumuştur ve okuduğu her şeyi de doğru anlamıştır. Bunu böyle bilin.
6. Çocuğunuz mu var ve hasbelkader ondan değil mi? Çocuğunuzu bütünüyle yanlış terbiye etmişsiniz, hatta terbiye filan edememişsiniz, çocuğunuz terbiyesiz! Ama merak etmeyin, o sizin çocuğunuza da en doğru ve en gereken terbiyeyi en doğru yöntemle verecektir.
7. Çocuğu mu var ve hasbelkader sizden değil mi? O çocuğun yaptığı her yanlış, sizin çocuğunuz yüzünden. Sizin terbiyesiz ve şımarık çocuğunuz onun mükemmel çocuğunu kötü etkilemektedir. Aksini iddiaya kalkışmayın.
8. Çifte standart mı dediniz? Siz hakikaten nankör ve şımarık bir insansınız, onun gibi muhteşem bir insan nasıl çifte standart uygulayabilir, bunu aklınızdan bile geçirmeyin. O her şeyin standartını en doğru ve en uygun bir biçimde biliyor ve uyguluyordur merak etmeyin.
9. Size karşı şiddet mi kullandı? (Mesela evdeki pufu kafanızın olduğu tarafa mı fırlattı?) Hata sizin. Onun gibi bir insan şiddet kullandıysa varın düşünün siz kimbilir neler yapmışsınızdır. O ki kadın haklarına son derece saygılı, eşitlikçi bir insandır!
10. Size ve annenize küfür mü etti? E eder, hak etmişsinizdir. Bunu hiç unutmayın, size ve çevrenizdekilere ne yaptıysa sizin suçunuz. Mesela gözünüzün üstünde kaşınız olabilir. İşte suçlusunuz.
11. Bugüne kadar birlikte olduğunuz bütün erkekleri unutun. Onların hepsi size kötü davrandılar ve insan yerine koymadılar. O erkeklerin intikamını sakın ola ki ondan almaya kalkmayın (yaparsınız çünkü aslında siz erkeklere düşman ve onlar tarafından ezilmiş bir zavallısınız) Siz bulduğunuz bu muhteşem erkeğin kıymetini bilin ve kul köle olun. Unutmayın ki, sizin gibi bir aptalı o sevmezse başka kim sever? Bir de üstüne kanser gibi bir hastalığınız varsa ve hala sizinle birlikteyse ayaklarını yıkayıp suyunu içmeyi de ihmal etmeyin sakın. Boyun eğin!
12. Eğer ki size bir kahve getirdiyse, hemen arkasından siz de ona bir tane götürmeyi asla ihmal etmeyin. Kısasa kısas yöntemini hiç aklınızdan çıkarmayın, bir ondan geldiyse bir sizden gitmeli. Mutlaka! Düşmanca mı buluyorsunuz bunu? Unutmayın ki siz salaksınız ve hayata dair bildiğiniz ne varsa yanlış.
13. Ev işlerini ve ev kadınlığını sizden iyi bildiği de bir gerçektir. Çamaşırın nasıl yıkanacağını, bulaşığın hangi deterjanla daha iyi parladığını, çatalın bıçağın nerede durması gerektiğini, hepsini sular seller gibi bilir. Ama on gün aynı pantalonu ve gömleği giymekte bir beis görmez. Sakın ola unutmayın bu pislik ve özensizlik değil bir "tarz", o herşeyi bilir, saçına başına, giyimine karışmayın, siz kim oluyorsunuz zaten!
14. O hayatınıza girene kadar aldığınız her şey kalitesiz, kötü ve boktandır. Televizyonunuz sıradan bir insan kulağının duyamayacağı ama onun muhteşem hassas kulaklarının çok iyi duyduğu bir şekilde öter, bilgisayarınız zaten kötüdür, (Onun bilgisayarı sizinkinden daha eski model olmasına rağmen sizinkinden kat kat iyidir.) buzdolabınız da eh idare eder. Onun bütün eşyaları sizinkilerden iyidir. Aksini iddia etmeye sakın kalkmayın.
15. Sizin geliriniz evin ortak geliridir, onun geliri onun eve soktuğu paradır. Harcamaların hepsini de abuk subuk şeylere siz yaparsınız. Mesela, çocuğunuz çok dondurma yemektedir, onun çocuğu da ondan görüp çok dondurma yemektedir, aslında düzgün terbiye görmüş bir çocuğun hakkı haftada bir dondurma yemektir. Doğrusu budur. Dondurma paraları biriktirilse bir cep telefonu alınabilir mesela şöyle iyisinden. Ya da kanserden beliniz kırık olduğu için uğraşamayıp akşam yemeği yapılmayan bir gün dışarda yemek istemiş olabilirsiniz. Ya da o açgözlü ve şımarık oğlunuz kokoreç istemiştir, bir de üstüne üstlük harçlığımdan almam demiştir. Bu olacak şey değildir! O para kullanımı konusunda da sizden çok daha üstün bir bilgiye sahiptir. Cimri mi dediniz? Haşa huzurdan. O cimri değil para kullanmayı bilen bir insandır!
16. İnsanlar onu hiçbir zaman anlamaz ve anlamamakta da nedense ısrar ederler ve nedense de onu tanıyan çoğu insan ondan nefret eder. Hiçbir arkadaşı arayıp sormaz, kapısını çalan olmaz. Oysa ki aslında o her zaman en doğru ve gerekli dersi verir etrafına. Her konuşması ayrı bir bilgelik pınarıdır, ama insanlar onu duymamakta ısrar ederler. Eh! siz de aptal olduğunuz için onu duymaz ve anlamazsınız. Bunu size söylerken de en doğrusunu yapıyordur. O her zaman doğrudur. "Doğru" onun göbek adıdır. Bir tek yanlış yaptığı görülmüş, duyulmuş şey değildir. Yanlışı hep başkaları yapar bu hiç şaşmaz.
17. O her şeyin nasıl yapılacağını da en iyi biçimde bilir. Bir musluk akıyorsa, bir kablo kopmuşsa, teorik olarak nasıl tamir edileceğini bilir ama bunları yapmakta biraz! gecikebilir çünkü hep meşguldür ve böyle sıradan şeyler için fırsatı olamaz. Sakın ola ki bir şeyin nasıl yapılacağını ona söylemeye kalkmayın. O bütün dünyadaki akıllara sahip olduğu için sizin aklınıza hiç mi hiç ihtiyacı yoktur. Hele ki sizin gibi bir aptalın ona akıl vermeye kalkması zaten çileden çıkması için yeterli bir nedendir ve yerden göğe kadar haklı ve doğrudur.
18. Şu hayatta çok çalışan bir tek insan odur. Başka insanlar iş yerlerinde dalga geçip keyif çatarken, o evde durmadan çalışmaktadır. O yüzden de her şey ona göre düzenlenmelidir ve çalıştığı zamanlarda evde çıt çıkmamalıdır. Eğer düzenlenmiyor ve çocuğunuz arada sırada odasına girip sağdan soldan laf ediyorsa kendisine gereken ders derhal verilmelidir. Siz de zaten arada sırada bir şeyler istiyorsanız, işte suçlusunuz! Evde çalışmak zorundadır çünkü bir ofis ortamında o kadar aptal ve sıradan insanın arasında yüce varlığı pek sıkılmaktadır. Haklıdır da, çünkü herhangi bir işin nasıl yapılması gerektiğini ondan iyi kimse bilemez! Ofiste insanlar işi bilmedikleri gibi bir de ona akıl öğretmeye kalkarlar. Oysa ki onun şu kadarcık bir akıla bile ihtiyacı yoktur, kendisi herşeyi bilmektedir.

19. Ve son olarak, unutmayın, sakın ha aklınızdan çıkarmayın bütünüyle yanlış ve hatalı ve cahilsiniz. Aklınız da yok, aptalsınız, kişilik mişilik de demeyin. O sizin yanınızdayken kişiliğinize de ihtiyacınız yok ve dahi bir kişiliğiniz olmazsa tadınızdan yenmezsiniz!
Sağ kalmayı başarırsanız eğer, işte muhteşem bir insanla birlikte olmanın yolları. Benim birlikte olduğum muhteşem insanın adı Erol Özbek'di. Kendisi bu sayfalarda ona yer vermediğim için kızmıştı bir gün bana, ben de ona senin için çok "özel" şeyler yazacağım diye söz vermiştim. Sözümü de tuttum...

18 Eylül 2006

Şimdi okullu olduk! Evde çoluk çocuk sesi olmayınca bir boşluk içinde hissettim kendimi. Ancak, Erol'la birlikte sabahtan denize gidip deniz kıyısında uyumak pek iyi geldi ne yalan söyleyeyim. Sabah erken kalkmak da iyi geldi, güne öğlen iki'de başlamak yoruyor bir süre sonra insanı. Dur bakalım nereye kadar tabii...
Sabah kahvaltısı için Deniz beye browni yaptım, bu çocuk büyüyüp evlenince "Hanım, nerde benim sabah kahvaltısı için kendi ellerinle hazırladığın kekim!" diyecek ve de cevaben güzel bir hareket alacak muhtemelen, neyse öğrenecek her kadının "anne" olmadığını.
Günler öyle bir yuvarlanma içinde geçiyor, yani insan bir yerde "hayatı yeniden üretmek" filan istiyor istemesine de, çok üşeniyorum.

15 Eylül 2006



Kortizon sonrası hiperaktivite krizi. Sonuç, küçük bir orduya yetecek kadar çörek, poğaça, kek ve kurabiye! Bir de 7 Tahıllı Ekmek. Sevgili Dr. Oetker ve Sevgili Söke Un'a buradan selamlarımı yolluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. Bu arada tabii ki Emine Beder ablamızı anmadan asla olmaz, Sevgili kitabı Pastalar ve Kurabiyeler'de yapılmamış pek az tarifi kalmıştır, ay ay bu arada Sevgili Portakal Ağacı Haticeye'de bir selam edelim. Gerçi evlendi ve işler biraz zora bindi ama olsun çabalıyor en azından! Valla benim bir yemek blogu sahibi karım olsa her akşam eve gelirim ve "Hanım ne yemek var" diye sorarım ve de en az üç çeşitten aşağısından tatmin olmam şahsen. Şimdi sorun şu: Bir kadının olsa olsa gününde yapacağı bu kadar hamur işini kim yiyecek? Ama olsun biz yemesek de Pati nasılsa hepsini indirir mideye. Yarın atölyeye götürür ve "Bakınız lütfen, aynı zamanda nefis! kurabiyeler de yapabiliyorum nitekim" diye hava atarım. Her gelen börek, kurabiye, poğaça filan getiriyor ve bunların yenilip "Aman da pek güzel olmuş, şahane valla" şeklinde yorumlar yapılmasını bekliyor (son yediğim poğaçalar bir şeye benzemiyordu ama söyleyemedim haliyle).
Mutfağı da biraz düzene sokmaya çalıştım, en azından pasta ve kek malzemelerini biraraya topladım. Ve de çalışırken bir bardak beyaz şarap koyup, kendimi ünlü bir Fransız Restoranı'nda "Pasta Şefi" olaraktan tahayyül ettim. Bugün okuyup bitirdiğim "Mutfak Sırları" adlı kitabın bir sonucu olsa gerek. Amerikalı bir şef yazmış, hoş bir kitap, restoranlarda mutfağın nasıl işlediğini merak ediyorsanız alınız ve de okuyunuz.
Beyaz şarap meselesine gelince, gayet ciddi bir araştırma sonucu günde dört (4) bardak şarabın kansere pek iyi geldiği tespit edilmiş, ruhsatlı bir kanser hastası olarak hemen uygulamaya koydum tabii. Keten tohumu çiğne, ıspanak suyu iç, kendi içinde bir yolculuğa çık bir şekilde, çiçek böcek sev diyenlere pek itibar etmiyorum, ama bayılıyorum böyle "Valla billa şarap da pek iyi gelir, içiniz" diyen doktorlara...
Sondan bir önce okuduğum kitap olan "Yanında Olmak İstiyorum" bir kanser hastası kadın tarafından kanserli hasta yakınları için yazılmış. İçinde pek faydalı öneriler var, kanserli bir yakınınız varsa alınız ve okuyunuz. Biraz anglosakson ama idare eder. Tabii bu kitabı kendine tavsiye ettiğim Sevgili ablam "Sen ne hakla bana kitap tavsiye edersin, benim aklım fikrim yok mu ha, ben zaten her şeyi sular seller gibi biliyorum" şeklinde bir olaya yazıldı ama artık bir şey demiyorum. (Şimdi yarın bunu okur ve beni arayarak ben öyle mi dedim der.) Bu arada kitabın yazarı olan hanım abla, sağlıklı yaşam delisi (hani o durmadan havuç, brokoli, lahana filan yiyenlerden), her gün sporunu asla ihmal etmeyen ve de fanatik sigara karşıtı olmasına rağmen 4. evreden bir akciğer kanserinden gitmiş bulunuyor (Doktoru kesin, "Neaa 28 yıl önce sigara mı içiyordunuz" deyip tip tip bakmıştır suratına.) Şimdi eğlensem mi, üzülsem mi bilemedim! Eğlensem "Ulan ne acımasız hatunsun yani ha" diyebilirsiniz ama eğlenceli bir tarafı olduğu da kesin yani.
Şimdi bir fıkra anlatıyorum: Adamın biri doktora gitmiş ve demiş ki "Doktor bey, ben 90 yaşına kadar yaşamak istiyorum", doktor da demiş ki, "İçki içiyor musun?", "Haşa!" demiş, "Ağzıma sürmem", "Peki sigara?" demiş doktor, "Asla!" demiş, "Bir nefes bile çekmedim", "Karı, kız?" demiş doktor, "O da ne!" demiş, "Yanından geçmem", "E be!" demiş doktor, "Birader, 90 yaşına kadar yaşayacaksın da ne bok yiyeceksin!"
Bu arada ey kari! (gördüğünüz gibi bunu da diyebiliyorum), muhtemelen rüyalarımı yazmaktan ne kadar hoşlandığımı da anlamış bulunuyorsunuz (kibar bir insan olduğum için siz diyorum), dün gece yine hoş! bir rüya gördüm. Bütün derilerim böyle böyle kalkıyordu ve ben hepsini acayip soymak istiyordum ama "Ulan bu kadar yandık şimdi soyucaz bunları altından beyaz beyaz çıkıcaz" diye soymamaya çalışıyordum. Bir yandan da ufak ufak soyuyordum. Bu rüyada görülen tırnak sökme, deri kaldırma filan gibi durumların psikolocik bir açıklaması vardır muhtemelen ama duymak istiyor muyum? Sanmam! Hem Freud'a rahmet okutan Jale'de artık yanımda değil bir yerde...
Neyse artık yatayım doktorların tavsiye ettiği dört (4) bardak şarabın yanına bir (1 bardak) şarap da ben ilave ettim hani kansere iyicene bir iyi gelsin diye. Uyuyumazsam tv seyrederim, hiç olmadı kitap okurum, hiç olmadı hayal kurarım.
(Yukarıdaki resim, internetten aranıp, ne kadar espritüel bir kişilik olduğumun ispatı olarak konulmuştur, başka bir manası yoktur.)

14 Eylül 2006


Bütün gün seramik yapmaktan başka bir şey yaptığım yok. Öğlen gibi kalkıyorum, kahvaltı ediyorum, atölyeye gidiyorum. Akşama kadar orada kalıyorum. Bugün hoş bir çanak yaptım, onu kime hediye edeceğimi henüz bilmiyorum. Galiba bu seramik işi de benim "anı kutum" olacak. Yani biraz okumuş yazmış biri kanser olduğu zaman ya kitap yazıyor ya da kanser üzerine araştırma filan yapıyor, hiç olmadı herkese kanserinden bahsediyor. (Bu eğilim bir süre bende de oldu yani hep kanserden konuşmak istiyordum ama çok şükür geçti.) Ben insanlar beni kanserimle ve "aman da ne biçim mücadele etti valla" diye değil de onlar için yaptığım özel bir şeyle hatırlasınlar istiyorum. Çünkü arada sırada hayal kursam da çıplak gerçekliğin maalesef fena halde farkındayım...
Uzun bir aradan sonra bu gece mutfağa girdim ve meyveli bir tart yaptım, sağolsun Dr. Oetker hazır tart hamuru çıkarmış. Yarın sabahtan yine hastane faslı var. Üç hafta geçiveriyor, böyle üç hafta üç hafta diye diye bakalım ne kadar idare edeceğiz...
Buralar hala daha bayağı sıcak olmasına rağmen, kışın gelmekte oluşu kendini hissettiriyor, gece üstümü örtüp uyumaya başladım bile, gerçi Fethiye'de bu daha mümkün değildir ama Akyaka daha serin Fethiye'den. Epeydir denize gittiğim de yok.
Canım arkadaşım Kader bana ve Deniz'e kitap yolladı, onları okumaya da başladım. Şimdi bakıyorum da aslında bayağı bir iş yapıyormuşum yahu! Seramik, tart, kitap eh bir insan daha ne kadar faal olabilir ki... Artık her gün düzenli olarak ekmek de yapıyorum. Dışarıdan ekmek almayı kestik çok şükür.
Böyle bir tuhaflık içindeyim...
(Fotoğrafı bir gezi sırasında Gemiler Koyu'ndan dönerken çekmiştim, buraya koymamın özel bir manası yok, sadece hoşuma gidiyor.)

12 Eylül 2006

Bütün günü Fethiye'de geçirdik. Sabah Deniz'i Kızılyaka'daki okula yazdırdıktan sonra Fethiye'ye gittik. Tabii ki Nefis Pide'de yemek yedik, sonra trambolin, mini golf, çocuk eğlenceleri merkezi ve Karataş Plajı. Eve geldiğimizde saat gecenin 11'i olmuştu bile. Neyse, çocuklar için okul öncesi bir doping olmuş oldu bari. Zavallıların şurda 6 günü kaldı ki Deniz'in daha az çünkü Cumartesi günü dersaneye başlayacak. Bakalım, bindik bir alamete...
Bu arada 44 yaşından sonra dört göz olmak zor bir şey. 40 yaşına kadar gözlerimle ilgili hiçbir problemim olmamıştı, yakın sorununa alışamamışken bir de başıma uzağı görememek çıktı. Görmemek de duymamak gibi değil yani hani. Bir kulağımın ciddi ciddi işitme kaybına uğraması beni hiç rahatsız etmedi yaklaşık 20 yıldır (zaten duymaya değer pek az şey var hayatta) ama görememek zor. O yüzden o gözlükten ne kadar sıkılsam da takmaya gayret ediyorum.
Küçük yeğenim Yağmur (kız Yağmur, bir de erkek Yağmur var), anaokuluna başlayacakmış, zaman çok hızlı geçiyor yahu, bugün abim arayıp haber verdi. Kendisine bir sürü süslü kırtasiye malzemesi aldım, hepsi de pembe ve mor... Şimdikiler çok şanslı valla, ben çocukken hiç böyle şeyler yoktu, kokulu silgiler ilk çıktığında ne kadar muhteşem bir şey olmuştu, benim sevgili öğretmenim Feriha (ayrı bir hikaye konusudur kendisi) yasaklamıştı bize kokulu silgiyi ki özel okulda okuyorduk.
Yeni ilaç zamanı geldi bile, üç hafta dediğin geçiveriyor, bir de şu tomografi filan atlatırsam rahatlayacağım, yine gerilmeye başladım çünkü.
İşte böyle!

07 Eylül 2006

İşte abim için yaptığım kedili tabak, yüzde yüz benim eserimdir (boyası hariç). Bir tane balıklı tabak yaptım, yarın da bir atlı tabak yapmaya başlayacağım. Böylece bir adet hayvanlı tabaklar serim olacak. Her eve Devin'den bir seramik tabak projesi kapsamında yapıyorum bunları, sevdiğim arkadaşlarıma hediye edeceğim. O yüzden burayı izleyen, okuyan çok sevgili arkadaşlarım, en sevdiğiniz hayvanın ne olduğunu bana söylerseniz memnun olurum hani yani...
Bugün bütün günüm göz doktorunda geçti. Bu yaştan sonra uzak gözlüğü takmak nasıl olacak hiçbir fikrim yok, uğraşacağız bakalım. Akşam'da Deniz'i diş doktoruna götürdük, böylece tüm günümüz sağlık peşinde geçti.
Yazacak fazla bir şey yok. En sevdiğim dizi olan Law&Order bitti, kara yaslar bağladım, yerine gelen diziden de hiç hoşlanmadım. Gece 11'deki bütün keyfim gitti yahu! Dışarıda nefis bir mehtap var. Muğla'dan gelirken ay resmen tabak gibiydi.
Bugün çok uzun zamandan beri ilk defa olarak kendimi iyi ve mutlu hissettim. Hayırdır inşallah bakalım... Belki de içtiğim anti-depresan faydasını gösteriyor, aman aman göstersin.

05 Eylül 2006


Sevgili arkadaşım Şükran (pembe tişörtlü) iki gündür bende. Ne güzel oldu, iyi ki geldi. Bir de Marmaris'ten Berna'yı getirdi ki, Berna tadından yenmez , neşeli, keyifli, güler yüzlü çok tatlı bir kadın yani... Bazen (aslında sık sık) şu ÖDP denilen parti sadece kazandırdığı dostluklarla bile bir işe yaradı diye düşünüyorum. Şükran ki, siyasi olarak hayatta anlaşamayız ama birbirimizi acayip severiz ve tespit ettiğimiz gibi arkadaşlığımız da on yılı geçti, artık eski arkadaşlarız...
Pazar gününü kahvaltı-deniz-bira-bira-bira şeklinde geçirdik, bugün de Çınar'a gittik, sohbet ettik (Kadersiz Kader, dedikodunun adını sohbet koydunuz dedi ama artık bilmiyorum yani) Pati'nin nedense siniri üstündeydi, gelene geçene havladı durdu, sonunda ona buna havlayacağım diye beni düşürmeyi başardı. Neyse ki yandan düştüm, bir de oturuyordum, bir hasar olmadı. Olan biraya oldu, olduğu gibi döküldü, üstüme döküldüğü için de denize girmek zorunda kaldım. Buralarda oturunca "denize girmek zorunda kalmak" gibi bir şımarıklık geliştiriyor insan haliyle.
Ev huzurlu ve sessiz... Raziye geliyor, yemekleri yapıyor, sabahları kahvaltı masasını hazır buluyoruz. Erol çalışıyor, biz Denizle seramik kursuna gidiyoruz, balıklı bir tabak yaptım o da güzel oldu... Yunus geliyor, gidiyor.
Eh! Flaş flaş flaş diye verecek bir haber daha var haliyle. Sevgili erkek! köpeğimiz Biber, kendine bir sevgili edindi. Peki sevgilinin cinsiyeti ne? Tabii ki de erkek! Böylece bir de eşcinsel köpek çifti edinmiş bulunuyoruz ki evlere şenlik... Valla aşık köpek kapıdan ayrılmıyor ve Biber de acayip cilve yapıyor ona. Erol aşıkları ayırmak için elinden geleni yapıyor, sopayla saldırıp, taş atıyor filan ama vız gelip tırıs gidiyor. Ben de gülüp duruyorum... Ama gülünecek şey hakikaten de.

01 Eylül 2006

Dün gece tüm zamanların en absürd rüyasını gördüm ki absürd rüya konusunda hiç fena sayılmam. Şöyle ki; Deniz ve ben bir oteldeymişiz, akşam yemeği zamanıymış, akşam yemeği olarak kocaman bir havuzda yüzen tepsilerin içinde bir sürü kızarmış tavuk üstüste yığılı duruyor, kızarmış tavuk istemeyenlere de ayrı bir tepside (o da yüzüyor havuzda) kızarmış hindi var. Ben bayağı bir söyleniyorum "Nedir bu böyle hem tavuk hem hindi, insan şuraya bir et koyar" diye. Yani şaşırdığım tek nokta aynı zamanda tavuk ve hindi olması, yoksa bunların sunum biçimi olan havuzda yüzen tepsiler hiç dikkatimi çekmiyor, gayet normal karşılıyorum yani. Neyse, ben sonuç olarak tavuktan nefret ettiğim için hindi yenilmesine karar veriyorum ve havuzun yanına gidip hindi tepsisini çekerek (tepsilerin yanında ipler var, onlardan tutup çekiyorsun) hindiyi kesmeye başlıyorum, bu arada adamın biri de gelip benim tabağımın içine ayağını sokuyor, adamla da kavga ediyorum "Tabağa ayak sokulur mu, şimdi ben mikrop kaparsam nolcak" diye. Neyse, derken hindiden kocaman bir parça kesip Deniz'e veriyorum ama kendim için bir parça bile kesemiyorum.
Sanırsam buna Freud bile diyecek bir şey bulamazdı...
Seviyorum bilinçaltımı vesselam...

Annemi çok özlüyorum, ama yokluğu da bir rahatlama getirdi ne yalan söyleyeyim. Kendimi sürekli suçlu hissetmekten yorulmuşum, ay iyi bakamıyorum, ay yemeği, ay kompostusu, ay şusu ay busu diye diye helak olmuşum. Yani uyuyordum ve uyuduğum, erken kalkamadığım ve belki de kalkmadığım için suçluluk duyuyordum böyle acayip bir şey. Ben allahtan erken öleceğim için Deniz'e böyle şeyler yaşatmayacağım.
Bu akşam durmadan elektirikler kesildi, fırtına da vardı -hala var- biz de üçümüz aşağıya sahile indik ve Yağmur Cafe'de oturduk bir süre, yıldızlar çok güzeldi. Sahilde biraz Denizle dans ettik, hep şunu istiyorum, beni hatırladığı zaman böyle hatırlasın, "Annemle sahilde dans ederdik, deli kadının tekiydi ama beni ne çok severdi" desin...
Bu arada hadi ben öküzüm kardeşim, yıldönümü filan unutuyorum, sen niye unutuyorsun diye Erol'a çıkıştım, o da "Bugün bizim yıldönümümüz desem, siktir et diye cevap vereceksin, niye söyleyeyim" diye cevap verdi, hakkaten böyle mi söylerdim diye düşündüm, böyle söylerdim muhtemelen... İşin en kötüsü yalnız, yıldönümümüz de bugün değil, 26 Ağustostu, 5 gün sonra aklıma gelmesine ne demeli... Aklıma da bir kek tarifi ararken, Sevgililer Günü keki filandan sonra gelmesine ne demeli peki... Pes diyorum başka bir şey demiyorum.
Bu aralar en çok Crime&Investigation kanalını seyrediyorum, hani o CSI Miami filan var ya, onların gerçeği. O içimiz bayıla bayıla seyrettiğmiz dedektifler, polisler filan var ya, hepsi gerçekte, kel, şişman, acayip çirkin herifler ve kel olmasa da garip saçlı, şişman ve çirkin kadınlar. Dizilerde DNA araştırması anında çıkar filan ya, yalan yani, bir DNA araşırması aylar sürüyor ve öyle parmak izini hop ver bilgisayara, hop çıksın sonuç yok yani. Arada sırada da Reality Zone denilen kanala takılıyorum, geçenlerde bir meme ameliyatını naklen veriyorlardı, içim kaldırmadı valla. Bunlardan fenalık geldiğinde de Comedy Max'de Will&Grace'e takılıyorum, insan bir yerde Will'in eşcinsellikten vazgeçip Grace ile evlenmesini filan istiyor, senaryo yazarları ve de prodüktörler de bunun üzerine hesap kuruyorlar tabii.. Sadece Dizi Max, Comedy Max ve Crime&Investigation seyretmek de iyi bir şey değil. Bazen National Geography'e de takılıyorum, bugün bir vaşağın tavşan avlamasını seyrettim mesela sabah sabah, hadi bakalım vaşak mı haklı yoksa tavşan mı... Ah, bir de Home Tv seyrediyorum tabii, özellikle tanıtım filmleri çok hoşuma gidiyor, bir de Emeril denilen adamın yemek programı, ıspanaklı istiridye yemeği yapmasını öğreniyorum sayesinde, hadi ıspanak bulunur da, istiridyeyi nerden bulucam be Emeril biraderim, bir de herşeye koyduğun o "baharat" neyin nesi bir bilsem, belki de çevirmenine sormak lazım geliyor...
Hayat, herkesin kendine bir yaşama nedeni bulmasıyla ilintili bir şey muhtemelen....


View My Stats