Evden çıkmama şampiyanası olsa da katılsam, kesin kazanırım çünkü. Kaç gündür evde olduğumu ben de unuttum artık. Bir tek dün hastaneye ilaç yazdırmaya gittim, boynumda saçma sapan bir beze çıktı, muhtemelen bir enfeksiyondan kaynaklanıyor. Ömeri aradım, bir hafta antibiyotik kullan, küçülmezse bakacağız dedi. Dünden beri antibiyotik içiyorum, biraz küçüldü gibi geliyor ama hayırlısı bakalım. Zaten küçülmesi lazım çünkü hiç İstanbul'a filan gidesim yok, ben bakkala gitmeye üşeniyorum yahu! Bütün gün televizyon seyredip örgü örüyorum, başka bir şey yaptığım yok maşallah. Ama çok güzel çantalar yapıyorum, bunları yazın satabileceğim muhtemelen. Paspatur'da bir hediyelik eşya dükkanıyla konuştum geçen gün, en çok ıvır zıvır bileklikler gidiyormuş, onlardan yaparsan alırım senden dedi, arada bileklik de yapıyorum. Ne bileyim, hayat böyle boşuna geçip gidiyor işte. Günde 12 saate yakın uyku uyuyorum, herhalde vücudumun ihtiyacı var, yoksa insan uyuyamaz bu kadar uyku her gün, her gün. Manyak Pati, katıksız ev hapsinde. Mahallede önüne gelene saldırınca, tek başına dışarı çıkması yasaklandı. Biri zehirleyecek bir şey yapacak, ben ortalığı kasıp kavuracağım ama Paticik gittiğiyle kalacak, o yüzden hiç dışarı bırakmıyorum, sabahları Deniz gezdiriyor, akşam üstleri ben çıkartıyorum, bir de gece geç saatte tek başına yolluyorum dışarı. Yazın ne yapacağız bilmem. Gittim bir telciyle konuştum, bahçeye tel çektirmek 250 liraya patlıyor, şu sıralar tel mel de yaptıramam, artık yazın kapıda bağlı duracak, çünkü kapı, pencere açık oluyor yaz mevsiminde haliyle. Of artık yaz gelsin zaten, bıktım giyinip soyunmaktan, yazın ne güzel bir şort bir askılı tişört tamamdır.
Bir Kedinin Hatıraları
31 Ocak 2007
29 Ocak 2007
Normal Pazar günü. Bugün sağ tarafım, özellikle de dizim çok fena ağrıdı durdu. Hava bayağı soğudu, buz gibi bir rüzgar esiyor, muhtemelen ondan. Sabahtan akşama kadar televizyon seyredip çanta ördüm. Akşama doğru kalkıp patates pizzası yaptım akşam yemeği için, sofrayı bile toplamadan bıraktım valla. Yarın Seyhan, dandini dastana bir salonla karşılaşacak. Bütün felaketler üstüste geldi, önce Deniz'in odasının camı kırıldı, ardından tüp bitti. Neyse, camcı ve tüpçü çağrılacak yarın yani.
Günlerdir yine evden sadece bakkala gitmek için çıkıyorum. Okul tatil oldu, ama niye karne vermediler bak onu anlamış değilim. Deniz efendi, zor zahmet bir takdir getirebildi sonunda. Getiremeseydi çok bozulacaktı ama. Takdir almak da kolay olmuş artık, Matematik 2, yanında takdir, olacak şey değil yani. İkinci dönem daha anlamlı bir takdir bekliyoruz artık kendisinden. Böyle bir moral ve asap bozukluğu içindeyim. Şu Hrant'ın öldürülmesi çok fena etkiledi beni. Cenazenin o kadar kalabalık olması bile bana çok bir şey ifade etmedi. Gerçi adamın arkasından 120 bin kişinin yürümüş olması ve "Hepimiz Ermeniyiz" demesi çok anlamlı tabii ama...
Ay bugün o kuyu anası Bülent Ersoy'a fena sinir oldum. Belki biraz güleriz diye Pop Star Alaturka'ya baktık, Sağır Oda'ya kadar, ne gülmesi! Böyle sinirim tepeme sıçradı. Hanımefendi elhamdürillah Müslümanmış, ne demekmiş hepimiz Ermeniyiz denir miymiş. Bu insanların kendilerini böyle her şey hakkında fikir yürütmek zorunda hissetmesi çok fena bir şey. Sen ne karışıyorsun kardeşim, üstüne vazife olmayan meselelere? Bi sus, şarkını söyle, jüri üyeliğini yap, abuk sabuk kıyafetlerin ve saçlarınla bizi güldür, senin işin bu! Sana mı kaldı Hrant'ın arkasından laf söylemek. Eh, görevini kötüye kullanmaktan dolayı ordudan atılmış eski askerlerin "Vatan için" vapur kaçırdığı bir memleket burası, Bülent Ersoy'da istediği lafı söyler tabii.
Bugün BJK'li olmaktan bir kez daha gurur duydum. Ben görmedim ama, maçta tribünlerden beyaz güvercinler uçurmuşlar, helal olsun onlara. Ne diyoruz "Çarşı savaşa karşı!".
24 Ocak 2007
"Sevgili dostlar, bugün bedenimin yarısını, sevgilimi, çocuklarımın babasını, ailemizin büyüğünü, sizin kardeşinizi uğurluyoruz. Sağdakine soldakine, öndekine, arkadakine rahatsızlık vermeden, saygısızlık yapmadan, sloganlar atmadan ve pankartlar açmadan sessiz bir saygı yürüyüşü gerçekleştiriyoruz. Bu gün sessizlik ile büyük bir ses yükselteceğiz.
Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27 olsun, katil kim olursa olsun bir zamanlar bebek olduğunu da biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.
Sevgilim! Bedenin yaşlanmadan, daha hasta olmadan, sevdiklerine doyamadan gittin. Biz de geleceğiz sevgilim, o eşsiz cennete...Oraya yalnız sevgi girer. Orada gerçek sevgiyle bir arada ebediyen yaşayacağız. Kimseyi kıskanmayan, öldürmeyen, aşağılamayan, kin tutmayan, bağışlayan, kardeşini sayan, bir sevgi, mesih’te bulunan sevgi...
Hangi karanlık yaptıklarını, söylediklerini unutturabilir sevgilim! Korku mu? Yaşam mı? Zulüm mü? Dünyanın zevki sefası mı? Yoksa ölüm mü sevgilim?Ben de sana yazdım, aşk mektubunu sevgilim! Bunları yazmak zor oldu sevgilim!
Onun için dokunulmazlar yoktu. Büyük bir bedel ödedi. Nefretle hakaretle, kanı kandan üstün tutarak güzel gelecekler olmaz kardeşlerim. Kanı kandan üstün tutmak olmaz kardeşlerim...
Sevdiklerinden ayrıldın, çocuklarından ayrıldın, kucağımdan ayrıldın ama ülkenden ayrılmadın sevgilim.
Kardeşlerim, onun dostluğa olan sevgisi onu buraya getirdi. Korkuya meydan okuyan sevgisi onu büyüttü. Diyorlar ki, o büyük bir adam. Size soruyorum, o büyük mü doğdu, o da bizim gibi doğdu. O da topraktandı, bizim gibi çürüyen bir beden. Gözlerindeki sevgi onu büyük yaptı. İnsan kendiliğinden büyük olmaz, insanı yaptıkları büyük yapar.
Evet o büyük oldu, çünkü büyük düşündü, büyük söyledi. Sessizce büyük konuştunuz. Siz de büyüksünüz.Bu kadarla yetinmeyin. Nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak kardeşlik olmaz."
22 Ocak 2007
Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Daha doğrusu yaptığım herşeyin boşa olduğu ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gibi bir duygu durumu içindeyim. Sanki hayatı başa sarmışlar gibi ve sanki bir arpa boyu bile yol alamamışız gibi.
Bugün alışveriş yapmak için girdiğim bir yerde -beni tanırlar- "Hayrola bugün çok sessizsin" dediler bana, "Kardeşimi vurdular" dedim, herkes hayretle başını kaldırdı, "Hrant'ı vurdular, duymadınız mı?" diye sordum, "Aaa, o senin kardeşin miydi?" diye sordular, "Sizin de kardeşinizdi, hepimizin kardeşiydi o" dedim, sessiz kaldılar, sonra bir tanesi "Onu kendi yandaşları (yani Ermeniler) vurmuş!" dedi, ben de güldüm... "Yok," dedim "O kadar uzağa gitmeye gerek yok, bildiğin Türk be Türk Trabzon uşağı vuran" dedim.
En kızdığım da vuranın Hrant'ın kesip attığı tırnak bile olamayacak bir eşkiya olması, daha da beter kızdığım da sırtından vurulması. Resmen dağ gibi adamı sırtından vurdu pislik ya. Hani adamın karşısındaki düşman bari soylu bir düşman olaydı! Karşısına bile çıkamayan korkak bir çocuk eliyle gitti...
20 Ocak 2007
18 Ocak 2007
Gördüğünüz üzre, gayetlene ciddi takı yapan bir insanım. Bugün gerçekte hiç hoşlanmadığım ama satılmasını ümit ettiğim bir şey yaptım. Sabah (dediysem öğlen yani) kalktım okuluma gittim, bir de baktım ki sınıfın kapısı kitli, amanın ne oldu, okul mu tatil oldu derken, meğerse öğretmenin kocasının hastalandığını ve de kendisinin rapor aldığını öğrendim. Eh, dedim gelmişken eve dönmeyeyim nasılsa sınıftaki hatunların hepsi boncukçudadır, oraya gittim ki, hakikaten de sınıftan üç hatun oradaydı. Neyse ben de oturdum ve de bedava çay eşliğinde takı yaptım. Akşama kadar orada oyalandım, sonra çıktım Sultan Pastanesi'ne gittim, Haftasonu dergisi okuyup Deniz beyi bekledim. Birlikte Tatlıtest'e gidip kebap yedik, ben bir de bira içtim, sonra da malum ağzım sürüldü, eve gelirken üç bira daha aldım, şu ara onları tüketmekle meşgulüm.
Bugün yaklaşık 34 sene sonra kendi hakkımda bilmediğim bir şeyi öğrenmiş bulunuyorum. Meğerse ben ilkokulu bitirdikten sonra girdiğim özel okullar sınavında Sen Benoit'yı kazanmışım da, paramız yok diye beni gönderemeyecekleri için, bana kazanamadın demişler. Bunca sene ben o sınavı kazanamadım diye biliyordum. Öğrendim de ne oldu? Sevgili ebeveynlerimin rezil ettikleri öğrenim hayatı maceralarıma bir yenisini daha eklemiş oldum böylece. Hangisi iyi bilemedim, kazanamadım diye bilmek mi, yoksa kazandım ama gidemedim diye bilmek mi? Neyse ne demiş atalarımız "G.... giren şemsiye açılmaz!" Bu veciz söz benim hayat şiarımdır bir yerde.
Yarın kalkıp hastaneye gitmem, ilaç yazdırmam, bir sürü şey yapmam lazım. Aslına bakarsan hiçbir şey yapasım yok. Bütün gün yatasım var ama yatarsam kalkamam bi daha diye yatmıyorum. Depresyonda mıyım neyim üf be. (Karartmıyorum enseyi!) Bu arada doktoru aramayı unuttum, hangi hastanede olduğunu bilmiyorum. Artık sabah arayacağız, neredeyse oraya gideceğiz. İnşallah eve yakın hastanededir, yoksa git eski SSK'ya, dön geri eczaneye bir sürü yorgunluk oluyor.
Zaman ne çabuk geçiyor yahu. Akyaka'dan Fethiye'ye döneli dört ay oldu bile. 23 Eylül'de gelmiştim Fethiye'ye. Okullar açıldı Pazartesi günü, ben evi taşıdım Cuma günü, böyle olmuştu valla. O zerzevat Erol en son "montlarımı da almışın" diye aramıştı beni ne gerzek bir kişilikti valla, arasıra fena halde tebrik ediyorum kendimi. Neyse, gece gece bozmayalım siniri.
Blog aleminde yaptığım birkaç küçük tur, Türkiyeli blog yazarlarının %99'unun kadın olduğunu gösterdi bana. Hangi sayfaya baksam bir kadın çıkıyor karşıma. Yani benim yaptığım küçük nacizane araştırma gösterdi bunu, tabii aksi her zaman iddia edilebilir, kanıtlayacak durumda değilim, CSI Fethiye iş başında değil bir yerde!
Şu TRT FM'e bayılıyorum, her saat başında gayet ciddi bir ses tonuyla "Saat şu" diyorlar. Her gece de "Geceden Sabaha" diye bir programları var, kimi gün Ankara Radyosu, kimi gün İzmir, kimi gün İstanbul radyosu hazırlıyor. Spikerler muhtemelen haftada iki gün çalışıp, diğer günler yatıyordur. Neyse programda neler yok neler, efendim yarışmalar, şarkılar, şiirler, böyle konuk sanatçılar. Bugün konuk ettikleri insanı (ismini unuttum), bu geceye kadar hiç duymamıştım, meğerse adamın kocaman bir cd'si varmış. Biraz önce biri aradı taa Kanada'dan internet üzerinden dinliyormuş radyoyu. Of of, demek ki sıla özlemi yaptırıyor insana böyle şeyler. Ben de bir ara Kanada'ya gitmeyi düşünmüştüm, hatta düşünmekle kalmayıp başvurmuştum, başvurum da kabul edilmişti, 1000 doları bastırıp gidebilecektim Kanada'ya, sonra napçam dedim oralarda tek başıma yahu, gitmedim. İyi ki de gitmemişim, iki yıl sonra kanser olacakmışım, hakikaten de napardım oralarda tek başıma, bir de oğlanla? Bir de soğuk oralar, ben, 20 derecede üşüyen bir insan olarak yani.
Bir sanatçının ilgi görmekten başka mükafatı olamazmış, bu gecenin konuğu (ismini öğrendim) Cem Özkan söyledi şimdi bunu. Kim yahu bu Cem Özkan, deminden beri şarkılarını çalıp duruyorlar, bir de kötü şarkılar sorma gitsin. Peki diyecekseniz sen ne demeye dinliyorsun bunları, eğilip kanalı değiştirmeye üşendiğimdendir başka bir şeyden değil. Adam bir internet sitesi açmış, deminden beri herkesi çağırıp duruyor, forumu da varmış, bak sen. Vermeyeceğim işte adresi. Bu TRT FM spikerleri, böyle ciddiyetle laubali oluyorlar çok hoşuma gidiyor, saçma sapan şeyler söyleyip kıkır kıkır gülüyorlar, sonra birden bire kendilerinin ciddi bir devlet radyosunun ciddi spikerleri olduklarını hatırlayıp durumu kurtarmaya çalışıyorlar, çok hoş oluyor. Ay adam gerçekten kötü söylüyor!
17 Ocak 2007
Yine beş gündür evden -sadece bakkala giderek- çıkmamayı başardım. Bazen kendimden çok sıkılıyorum yahu. Artık yarın okuluma gideyim bari, Cuma günü yine gidemeyeceğim çünkü, ilaç günü. Üç hafta geçiverdi işte. Evden çıkmıyorum, çıkmıyorum sonra sıkılıyorum, sonra da amma sıkılıyorum diye sıkılıyorum. Böyle bir kısırdöngü içinde günler geçiyor. Aslında niye çıkmak zorunda hissettiğimi de bilmiyorum, evde de vakit geçiyor işte. Okuyorum, boncuk yapıyorum, internette oyalanıyorum, ekmek, pasta, çörek pişiriyorum, hoş son günlerde onu da yapmıyorum. Aslında havalar çok güzel gidiyor, niye bir Ölüdeniz'e, bir Kayaköy'e gitmiyorum hiçbir fikrim yok. Çık sabahtan, al eline kitabını, at çantana iki bira, iki poğaça, otur sahilde, denize bak, denize taş at, yürü biraz sahilde, taş topla, deniz kabuğu topla değil mi ama. Böyle kukumav kuşu gibi evde otur otur nereye kadar. O kadar uzağa gitmeye de gerek yok, Çalış Plajı iki adım ötede. Ama ben böyleyim işte, çıkmam evden, böyle zorlarım kendimi. Şu Jale bütün gün bangır bangır televizyon seyretmese hiç çıkmayacağım gibi geliyor zaten, zaman zaman kaçma ihtiyacı duyuyorum allahtan.
hani benim sevincim nerede;
bilyelerim, topacım,
kiraz ağacında yırtılan gömleğim?
çaldılar çocukluğumu habersiz..
penceresiz kaldım anne,
uçurtmam tel örgülere takıldı..
hani benim gençliğim nerede?
diye şarkı söylüyor radyoda biri. Ahmet Kaya'nın en güzel şarkılarından biridir.
Lost'u seyrettim yine, yine sıkıldım. Artık kabak tadı verdi yani. Ardından da Binbir Gece'yi seyrettik Jale sultanla, o da kabak tadı vermeye başladı. Şöyle düzgün bir dizi yok bu sene seyredecek valla. Neyse Grey's Anatomy'nin, House'un ve Criminal Minds'ın yeni sezonları başlayacak yakında, onları bekliyorum.
16 Ocak 2007
Rüyamda seyrettiğim film, bu gece seyrettiğim "İşaretler" adlı filmden çok daha kaliteli bir filmdi ne yalan söyleyeyim. Uzun zamandır böyle uyduruk bir korku filmi seyretmemiştim yani. Hadi memlekete uzaylılar geliyor anladık, e tamam evinin yakınına geliyor onu da anladık, ama be adam, astım hastası oğlunun ilacını bile yanına almadan, pek kıymetli köpeğini dışarıda unutarak, yanında tek bir silah bile olmadan üstelik kendini, kardeşini ve çocuklarını ne demeye evinin bodrumuna kitlersin bak onu anlamadım işte. Bir de evin pencerelerine kapılarına uyduruk uyduruk tahta çakmadılar mı, öldüm gülmekten. Üstelik bu korkunç uzaylı efendilerin üstüne bir bardak su atmak yetiyor yani ölmeleri için. Niçin geldikleri, niçin gittikleri de belli değil hani. Neyse, bu da böyle bir filmdi işte.
Bugün evden çıkmadım, yattım dinlendim, yatınca pek ağrım olmuyor, ama hındım hındım gezersem hep ağrı çekiyorum. Aman durmadan da yatılmıyor ne yapayım yani. Böyle böyle hayat geçiyor işte. Bu gece erken yatmam lazım çünkü sabah kalkıp Deniz bey'in dersanesiyle konuşacağım. Perşembe günü matematikten imtihanı var, yarın için dersanede ders ayarlamam lazım. Çarşamba günü özel derse gidecek, dersanede etüde gidemeyecek çünkü.
Yeni bir ilaca başladım, uykularımın düzelmesi için, günde üç tane içiliyor bundan, Dr. Mahmut bey yazdı, bakalım faydasını görecek miyim. Dün başladım içmeye ve uzun zamandır ilk defa huzurlu bir uyku uyudum gece. Yarın hazır erken kalkmışken bir hastaneye de gideyim diyorum, şu kafamı göstereyim, ilaç milaç yazsınlar, kurtulayım şunlardan.
15 Ocak 2007
İki gündür grip gibiyim ama aşılı olduğum için hafif geçiriyorum, en azından ateşlenmiyorum. Dün Deniz beyin dersanesine gittim, hocalarla bir sürü lak lak yaptım. Matematik ve Rehberlik öğretmenleri interneti haftada bir saatle sınırlandırmamı tavsiye ettiler ve ben de onlara "Siz ne biçim gençsiniz? Öyle şey olur mu?" dedim. Neymiş, ansiklopedi karıştıracakmış da şuymuş buymuş. Valla dedim, ben de ansiklopedi filan karıştıramam artık bu devirde, aradığım herşey elimin altında olduktan sonra niye kasayım? Teknolojinin önüne geçilmez dedim kendilerine. Ben günde bir saatle sınırlandırmayı bile doğru bulmazken, bunlar bana haftada bir saat diyorlar. Neymiş bilgisayar asosyal yapıyormuş çocukları. Ben de dedim ki, o dediğiniz büyük şehirler için geçerli. Çocuklar sokağa çıkamıyor, oynayacak park yok, bahçe yok haliyle asosyal oluyorlar, ama buralar öyle değil, çocuklar hem dışarıda top oynuyor, ağaç tepelerinde geziyor, hem de bilgisayarda oyun oynuyor. Ayrıca oyunların da yararlı olduğunu düşünüyorum, hani vurdu kırdı oyunları dışındaki oyunlar, zeka gelişimi bakımından yararlı bence. Sonra dedim, ben sınırlandırırım haftada bir saatle, öğle arasında gider internet kahveye bir güzel oturur başına, öylesi daha mı iyi yani dedim. Evden uzaklaştırırsın çocuğu böyle yasaklarla. Şaşırdılar kaldılar karşımda tabii. Neyse, son yazılılarda notları bayağı yükseltti Deniz bey. Sosyalden 5 almış. Bugün de Fen yazılısı var bakalım ne olacak.
Sabah rüyamda sinemaya gitmişim, böyle büyülü, kılıçlı bir film seyrettim, hayırlısı.
12 Ocak 2007
Pek severdim bu diziyi, hiçbir bölümünü kaçırmadan, nefes almadan seyrederdim. Bir tane sarışın bir adam vardı ona hastaydım. Galiba sarışınları sevmem sevmem deyip, durmadan sarışınları beğenmek de bana has bir durum. 1999 yılı ne kadar uzaktı o zamanlar. Günlüğüme yazmışım 15 yaşımda, 2000 yılında 38 yaşında, nerede ne halde olacağım merak ediyorum diye. İşte 2000'i geçeli 6 yıl oldu bile. Bilim kurgu filmlerini, dizilerini, kitaplarını hala daha seviyorum ama eski tadı tuzu yok tabii herşeyde olduğu gibi. Galiba insanlığın kaderi bu, her kuşakta bir "Ah eski güzel günler" olayı oluyor muhakkak. Kimse kendi gününden memnun olmuyor ve eskide kalan ne varsa göze güzel gözüküyor muhtemelen. Ben kendim olarak şahsen 3 yıl öncesine dönmek isterdim, hani bir peri gelse, üç dilek dile dese ne derim diye düşünürüm zaman zaman, ilk dileğim sağlığıma kavuşmak olurdu herhalde, ikinci olarak da sonsuz dilek hakkı isterdim... Gayetlene uyanığımdır da aynı zamanda.
Bugün şunu müşahade etmiş bulunuyorum ki, takı yapmak için harcadığım zamanın çoğunu, misinayı iğneye geçirmek için kullanıyorum. Kör olası misina geçmiyor saatlerce o iğneye, uğraş dur.
İşsizlikten güçsüzlükten bunaldım galiba biraz. Ne iş yapacağım onu da bilmiyorum ya. Hangi iş yeri üç haftada bir iki-üç gün izin verir insana onu da bilmiyorum. Bir de ayda bir kemik ilacı meselesi var tabii, o da aldıktan sonra grip gibi yapıyor insanı. Mıy mıy, hani gribin ilk günüymüş de hasta mısın değil misin belli değil olur ya, öyle. Galiba malulen emekli olduğumu şu taş kafama iyice sokmanın zamanıdır ama sıkılıyorum yahu! Keşke diyorum o kadar kitabı okumasaydım. Şimdi ohh okumak için zamanım var deyip kitap okurdum bari. Benim okumak için hiç zamanım olmadı ama her zaman da okudum. Şimdi okumak deyince ey kari, öyle böyle değil. Bir arkadaşımla yaptığımız hesaba göre (kendisi kitapçıdır aynı zamanda), okumayı öğrendiğim günden bugüne kadar sekiz ila 10 bin kitabı hatmetmiş bulunuyorum. Bunlara vapur tarifeleri, dergiler, gazeteler dahil değil. Rahmetli Lütfi, sorduğu her abuk sabuk kitabı okumuş olduğumu görünce, "Sonunda çok okuyan birini buldum galiba" demişti hiç unutmam, sinema televizyon enstitüsünün sinema salonundaydık, daha flört ediyorduk. O salonda bir sürü film seyretmiştik beraber. Vesikalı Yarim'i ilk orada seyretmiştim ben. Ne kadar beğenmiştim, hala da en sevdiğim filmlerdendir.
Manyak Pati, bugün evin her yerine kustu. Dışarıda ne bulduysa plastik parçaları filan dahil yemiş, e kusar tabii, o kadar saçma sapan şeyi ben yesem ben de kusardım herhalde, deli köpek.
Geçen gün düşündüm de, niye Fethiye'de kendimi bu kadar iyi hissediyorum acaba, oysa ki İstanbul, doğduğum, büyüdüğüm, taşını toprağını sevdiğim bir şehirdir bir yerde. Şunu anladım ki, İstanbul'da beni en çok kasan şey, oğlumla aramdaki mesafeymiş. Burada minibüsle taş çatlasın 10-15 dakika mesafede evle oğlumun okulu arasındaki mesafe yahu. Sokağa çıktığım, kendi okuluma, çarşıya filan gittiğim her gün, onun bulunduğu yerin önünden geçiyorum ve kendi okulum da zaten hemen arkada. Onu kaybetme korkusunu yaşamıyorum burada. İstanbul'da okulu ve iş yerim ya da ev ve iş yerim arasındaki mesafe toplu taşıma araçlarıyla en az iki saat oldu her zaman ki o trafikte özel arabayla da daha az değil haliyle, içten içe kasmışım kendimi. Burada hiç böyle bir korkum yok. Yürüse eve gelir, yürüsem bulurum, bu inanılmaz bir rahatlık, benim gibi galiba manyak bir anne için, hiçbir şeye değişmem bu duyguyu şahsen.
11 Ocak 2007
Sofradaki yemeği beğenmeyen (beğenilecek gibi de değildi, haklı çocuk) Deniz bey için yaptığım donutlar. Ben zor bir şey sanıyordum, meğerse kolaymış. Bizim lokmanın amerikancası denilebilir kısaca. Şunları top top kızartıp şerbete atsan al sana lokma. Biraz hazırlıksızdım, aslında üstüne vanilyalı, çikolatalı filan sos yapılabilir, evde az bir çikolata kalmış onu eritip sürdüm. Neyse yedi işte, sabah kahvaltı için de kaldı biraz. Böyle durumlarda aklıma hep o sersem Erol geliyor. Aman aman ne büyük olay olurdu, Deniz yemeği beğenmeyecek de ben kalkacağım da donut yapacağım. Of of... Çocuğun yatacak yeri kalmazdı muhtemelen. Bazı insanların çocukken acı çekilmesi gerektiğine dair olan inaçları beni öldürüyor hakkaten de. Deniz büyüdüğünde, sofradaki yemeği değil beğenmemek, yemek bulduğuna şükrettiği günler olacak -olmaz inşallah tabii- muhtemelen, e o zaman ne olacak "Ah ulan ah" diyecek, "Annem olsaydı donut yapardı lan" bu kötü mü? Hayır değil! Çorba üstü makarna yenilen öğrenci evlerinde beni gayet iyi anacak işte fena mı? Neyse bu kadar felsefe yeter.
Kolum yine davul gibi şişti. Bundan çıkan sonuç: Dantel örmemek lazım. İyi de çok canım sıkılıyor, öyle el el üstünde oturamıyorum ki.
Gidesim var gidesim var da... Geçen gün konuşuyorduk öyle, "Yahu" dedim, "Uganda'ya mı gitsem napsam", "Üç hafta sonra dönmen lazım" dediler, unutuyorum tabii arada bu kanser meselesini. Belki de yaşamamı kanser olduğumu unutmama borçluyum, belki de hafızam zayıf ya ona borçluyum. Eğer hücrelerimin de hafızası bu kadar zayıfsa onlar da unutuyorlardır kanser olduklarını, kendilerini normal hücre sanıyorlardır. Ben nasıl belimin sakat olduğunu unutup hındır hındır eğilip kalkıyorsam onlar da unutuyordur ne belli. Ay işte böyle bir saçmalama halindeyim. Aslında niye saçma olsun, kanser için herşey söylenir, insan kanserden ölmez bildiğiniz gibi, yenildi derler, morali bozuldu derler, yaşama arzusunu yitirdi de ondan öldü derler, kimse hastalanıp ölmez yani... Tövbe tövbe diyorum başka da bir şey demiyorum.
Biraz önce radyoda üstüste eski Türk pop şarkıları çaldılar, otomatikman canım bira istedi. Demek ki, bu şarkılar bende böyle bir şeye yol açıyorlar. Kendimi barda filan sanıyorum herhalde. Bu mahalle de iyidir hoştur da, bir tane bakkala mahkum kalırsın, o da gece 9 oldu mu kapatır gider, o saate kadar mesela sigara almayı unutmuşsan, kalırsın sigarasız, açık bir yer olsaydı alacaktım bir iki bira, neyse yarın geceyi bira bayramı ilan edeyim bari. Bu gece dallama çayla idare edeceğiz artık.
Bugün okulda çok güzel bir kolye yaptım. Ablam eski bir sedef kolyesini vermişti, onu bozdum ve çok güzel bir şey yaptık hocayla birlikte. Akşam getirdim verdim kendisine, şimdi de başka bir kolye yapıyorum o da fena olmuyor. Bu hayalet tel dedikleri tel gayet güzel bir malzemeymiş, sevdim kendisini. Deniz bey'in resim ödevi Cuma gününeymiş meğer, ben haftaya sanıyordum, artık yarın hocadan rica edeceğim, açsın dolabı da alayım kutuyu bitireyim, takı yapmayıveririm. Zaten bitti sayılır, bir üstünün verniği kalmıştı, yarın onu atayım bari. Neyse sevgili günlük, bugünlük bu kadar yeter. Şimdi çay içip takı yapacağım. Bilindiği gibi gayet çok yönlü, marifetli, muhteşem bir insanımdır...
10 Ocak 2007
Fethiye'den dağ manzaraları serisi devam ediyor. Evin sahil tarafındaki girişinden görülen Babadağ ve Mendos. İki dağ da çok güzel ama ben Mendos'u her zaman biraz daha fazla sevmişimdir. Bugün en nihayet evden çıkıp okula gidebildim. Deniz bey'in resim dersi ödevi için bir tahta kutu boyamaya başladım. Çocuklara tek çizgi öğretmeden ödev veriyorlar, üstüne bir de kırık not atıyorlar. Hani dese ki "Çocuklar, eğri de olsa doğru da olsa, kötü de olsa, iyi de olsa siz yapın getirin, 60'tan aşağı not vermeyeceğim", o da yok, iş başa düşüyor haliyle. Çocuğun zaten ödev mödev yapacak vakti de kalmadı. Yarından itibaren her çarşamba günü dersanede etüt başlıyor. Hafta içi bir gün matematik dersi, cumartesi dersane, pazar hem fen dersi hem dersane. Bakalım geçen ödevden 90 aldım, bu kutudan 100 vermezse gidip kavga edeceğim artık öğretmenle! Okul çıkışı Deniz geldi yanıma, ona Sultan Pastanesi'nde bir tatlı ısmarladım, ben de bir çay içtim oturdum. Beraber yürüdük biraz, 1 milyoncu mağazaya baktık, yeni bardaklar gelmiş 6 tanesi 3 lira, onlardan aldım, eskileri hatırlattı bana nedense bardakların deseni, çok hoşuma gitti.
Gittigidiyor'dan ilk satışımı gerçekleştirmiş durumdayım. Kendimi tebrik ediyorum. Şu takıların gündüz gözüyle fotoğraflarını çekmeyi başardığım gün, takıları da koyacağım satışa. Neyse akmasa damlar işte. İstanbul'da bir yayınevinde çalışan bir arkadaşıma da redaksiyon göndermesini rica ettim. Az para veriyorlar dedi ama İstanbul'daki az para burada pazar parasını öder haliyle. Kitap okuyup para kazanmadım hiç bari bundan sonra öyle yapayım valla, sağolsun elime gelince göndericem dedi, gönderir de.
Sabah beri aklıma "Leylaklar dökülür, güller ağlasın" şarkısı takıldı. Sözlerini aradım lakin bulamadım. Şu kış bitsin artık yahu. Her tarafım ağrıyor, döküm döküm dökülüyorum. Sürekli ağrım olunca da moralim bozuluyor, sinirim kalkıyor. E insan durmadan ağrı kesici de içemiyor haliyle, onun da bir sınırı var. Ne lanet yermiş şu bel kemikleri, vücudun her tarafına vuruyor ağrısı, yok dizlerime, yok bacaklarıma, yok sırtıma derken, ağrımadık yerim kalmıyor. Neyse buna da şükür diyoruz ve bu konuyu burada kapatıyoruz.
Gayet rezil bir şekilde tek satır kitap okumuyorum. Bugün film de seyretmedim. Lost'u ve Criminal Minds'ı seyrettim. Lost'tan da sıkım sıkım sıkıldım ama seyrediyorum işte. Şu "Diğerleri"nin ne ayak olduğunu anlamadık gitti yani. Joshua Lee Holloway nam-ı diğer Sawyer kişisinin yüzü suyu hürmetine seyrediyorum valla. Ben normalde sarışınlardan pek hazzetmesem de bu fena yakışıklı bir şey, People dergisi tarafından dünyanın en güzel 50 insanı arasında sayılmış ki, çok haklı People dergisi bana kalırsa. Criminal Minds'ın da 3. sezonu başlayacak en nihayetinde, gayet heyecanlı bir yerde kaldık çünkü. Televizyon oldu hayatımız yahu!
08 Ocak 2007
Akdağlar'a kar yağınca çok güzel oluyor. Babadağ ve Mendos'un da kuzey yamaçlarında kar vardı bugün. Bayramda yağan yağmurdan sonra, günlerdir hava gayet güzel gidiyor. Bugün pazara giderken çektim bu fotoğrafı, önde görünen evleri görmezden gelebilirsiniz. Fotoğraf rötuşlamayı hiç sevmiyorum ama bunu rötuşladım biraz, en önde kocaman bir elektrik direği vardı, siliverdim gitti. Normal bir pazar günüydü işte, pazara gittim uzun zamandır ilk defa, biraz geç kaldık ama pazar pek iyi değildi, sabahtan gitmek lazım. Saçma salak bir noel filmine takıldım kaldım, o yüzden geciktik. Bugünlerde durmadan film seyrediyorum zaten. Bugün üstüste iki tane seyrettim. Bir tanesi bir korku filmiydi, İskelet Anahtarlık diye, pek korkmadım ne yalan söyleyeyim. Öteki de Denzel Washington yüzü suyu hürmetine seyrettiğim manasız bir aksiyon filmiydi. Artık yarın okuluma gitmeye kararlıyım. Çok boşladım herşeyi, kendime bir çeki düzen vermem lazım. Lazım mı bak ondan da pek emin değilim ya neyse...
07 Ocak 2007
Çalış Plajı'nda gün batımı. Fotoğraf fena olmamış ama soldan biraz daha kadrajlamak lazım. Birkaç gündür çok sersem gibiyim. Geç yatıyorum, geç kalkıyorum, elimi hiçbir işe sürmüyorum. Bir sürü program yapıyorum, hiçbirine uymuyorum, okula bile gitmiyorum ne zamandır, evde oturup salaklanıyorum, ya da dizi seyrediyorum. Neyse, bugün ablamla şeytanın bacağını kırıp Çalış'a gittik, Han diye bir yerde oturduk. ÖDP'den bir tanıdık gördük onunla oturduk önce, daha sonra arkadaşımız Sibel bize katıldı. Epey oturduk, gün batımını izleyerek bira içip sohbet ettik. Ben de fotoğraf çektim. Saat 7'ye doğru eve geldik. Oturdum bütün gece sersem sepet önce dizi sonra film seyrettim. Seyrettiğim film de Testere hani yani. Şu ünlü korku ve de dehşet filmi. Yarısından başladım, sonra ilk kısmını da seyredeyim dedim ama sıkıldım. Eskiden sinemalarda "Devamlı" adı altında matineler olurdu. Alırdın bir bilet girerdin sinemaya, yarısından başlardın seyretmeye, sonra aynı biletle filmin başını da seyrederdin. Biraz devamlı gibi oldu bugün ama sıkıldım işte. Öyle anlatıldığı, yazıldığı gibi kült film gibi de gelmedi bana zaten. Bu arada deli köpeğim Pati'nin ön dişleri yokmuş doğuştan. Aldığıma bir kere daha sevindim, zavallım ne yapardı sokaklarda öyle dişsiz dişsiz. Bugün ablamın pek bir soylu köpeği Dük efendiyi aşı için götürdük veterinere, ben de Pati'yi götürdüm ve "Bunun dişleri doğuştan mı yok, yoksa süt dişleri mi döküldü?" diye sordum, veteriner doğuştan olmadığını söyledi. Dişsiz ihtiyarım benim.
Böyle bir gidesim var galiba. Bir sıkıntı, bir saçmalık içindeyim. Gün olur alır başımı giderim diyesim var ama diyemiyorum...
05 Ocak 2007
Yılbaşıydı, bayramdı bitti işte. Yılbaşı akşamından sonra yeğenler geldi, yarın ikisi de gidiyor. Fazla bir olay olmadı işte. Evden çıkmadan zaman geçirdim. Takı yaptım vs.
İçimde bööyle bir hüzün nedense!